Otomobil endüstrisi, aynı anda yönetilmesi gereken, evrimsel, devrimsel ve tahrip edici eğilimler arasındaki dönüşümle karşı karşıyadır.
Karayolu
taşımacılığının elektriğe dayandırılması yüz yılı aşkın sürede oluşmuş bir
altyapının önemli ölçüde değişmesini ve ulaşım sistemi ile enerji sistemi,
otomobil üreticileri, elektronik ve yazılım firmaları arasında yeni
yapılanmaları ve işbirliklerini gerektirmektedir. Bu durum otomobil endüstrisinin çok ötesinde
bir paradigma değişikliği olarak tanımlanabilir. Bu sistemin içinde, elektrikli
otomobillerin (EV) yaratacağı paradigma değişimini kendileri için “tahrip
edici” bir tehdit olarak gören içten yanmalı motorları (ICE) geliştirerek
direnen bir otomobil sektörü[1]
ve rafineri proseslerini iyileştirerek direnecek olan petrol endüstrisi de
vardır.
Yönetimlerin
araba üreticilerini ve kullanıcıları EV’lere yönlendirmeye çabalarının
arkasındaki tek güdü iklim değişikliği etkilerini azaltmak değildir. EV
kullanımı, emisyonu doğrudan yerel olarak azaltacağından mega-şehirler için bir
çözüm olarak görülmektedir. Ayrıca EV’lerin yaygınlaşması petrol bağımlısı
ülkeler için dış ticaret açıklarının azaltılması anlamına da gelecektir. Yeni
oyuncular için sektörde rekabet gücü kazanmak bir diğer güdüleyici etmendir.
Sonuçta eski endüstrileşmiş ülkeleri ve gelişen ekonomileri paradigma
değişikliğine eşzamanlı olarak yönlendiren etmenler farklılıklar
gösterebilmektedir.
Bu nedenle
elektrikli taşımacılığa niyetlenen her ülkenin kendi karar denklemini kurması gerekmektedir. Başlangıç koşullarının
belirleyeceği bu denklemde sahip olunan teknolojik kapasiteler, talep durumu,
enerji siteminin karakteristikleri, ölçek ekonomisi, geçerli olan baskın
tasarım gibi değişkenler yer alacaktır.
Ülkelerin EV’ler özelinde izleyecekleri teknolojik yörüngeyi (sahip
olunan yetkinliklere dayanılarak izlenecek teknolojik gelişmeler) tanımlayacak
bu denklemin geçerliliğini, değişkenlerin doğru tespit edilmeleri ve doğru
verilerden hareket edilmesi belirleyecektir. Kurulan denklemden beklenen sonucun
alınabilmesi, baskın tasarımı (ICE’li günümüzün otomobili) ve var olan
teknolojik yörüngeyi “tahrip edecek” yeni teknolojik geliştirmeleri ve
tasarımları gerektirebilecektir.
Olağan durumda
birikim özelliğine sahip teknolojik yörünge, başlangıç koşullarından hareketle
artımsal değişimlerle yol alır. Pekçok Ar-Ge çalışması da teknoloji yörüngesini
radikal biçimde değiştirmeyi denemek yerine var olan teknolojileri geliştirmeyi
hedeflemektedir. Sonuçta başlangıçta tercih edilen
teknoloji güçlendirilmiş olacaktır. Daha da ötesi bu teknolojiler
regülasyonlar, standartlar, araştırma programları ve başlangıçta seçilen
teknoloji etrafında biçimlenen iş düzeni ağları (ekonomi) tarafından
desteklenir. Böylece teknoloji ve kurumlar kendilerine özgü, birbirlerini
destekler biçimde teknolojik yörüngeyi yükselterek ‘eş-evrilirler’.
Otomobil endüstrisinde
ICE otomobiller, baskın tasarım olarak bu teknoloji etrafında yapılanan
kurumsal ve toplumsal sistem ve değerlerin de desteği ile halen hüküm
sürmektedirler. Ancak ekonomi tarihi hiçbir baskın tasarımın sonsuza kadar
sürmeyeceğini söylemektedir. EV alanında firmaların ekonomik pazar liderliği
etrafında ölçek ekonomisini geliştirerek elde edeceği başarılar, sahip
oldukları teknolojiyi “baskın tasarım” olarak pazara kabul ettirmekte etkili
olacaktır.
Farklı coğrafyalara yayılan teknolojiler yerel
özelliklere (kapasitelere) bağlı olarak başlangıçtaki teknoloji yörüngesinden
farklılaşabilirler. Farklı ülkelerin
EV’lere geçiş planları veya süreçleri teknoloji yörüngelerinin ülkelere göre
neden farklılıklar gösterdiği konusunda ilginç örnekler sunmaktadır. Bir
sonraki yazıda EV’lere geçişin ekonomik etkileri incelenecek ve Türkiye
değerlendirmesi yapılacaktır.
[1] Sailing
ship effect: yerleşik teknolojierdeki yeniliğin hızı bu alanda yeni bir
paradigmanın ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte hızlanabilir – buharlı
gemilerin görülmesiyle birlikte yelkenli teknolojisinde yeniliklerin artması
gibi - (Geels 2002).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder