27 Mayıs 2020 Çarşamba

Sizin Yossi Vardi’leriniz var mı?



 Ülkemizde risk sermayedarlarının (kurumsal yatırım ve melek yatırım) sayı, nitelik, deneyim ve sermayeleri düşüktür.

Köşedaşım Ali Akurgal’ın Bilim Teknoloji Politikaları başlıklı yazısına (HBT 206), bu konuda geçmişte yapılanlardan söz ederek katkıda bulunmaya çalışmıştım (HBT 207). Akurgal konuya devam ederek, sanayimizin ilgi göstermediği kendi mühendislik çalışmalarından iki örnek verdiği HBT 210. sayısındaki yazısını “Bakalım sevgili Müfit bey, bu vurdumduymazlıklar için ne diyecek?“ diyerek bitirmekteydi. Örneklenen buluşlardan yenilikçi otomobil tekerleği radikal bir yenilikti. Ancak kendisinin çok emin olduğu gibi “bizim 5 babayiğit” bu buluşa ilgisiz kaldılar. Buradan hareketle konuyu başka noktalara taşımaya çalışacağım.
Otomotiv gibi yüz yılı aşkın süredir fosil yakıtın (içten patlamalı motor da denilebilir) şekillendirdiği bir sanayinin radikal buluşları doğrudan kabul etme olasılığı oldukça düşüktür. Hele dünya otomotiv pazarında belirleyici oyuncu olmayan ve arkadan iteklenerek ortaya çıkanların hiç cesaret edebilecekleri bir şey değildir. Eskiden, “bileşik kaplar kuralı” deyimini çok kullanırdık. Buna göre en tehlikeli noktada yani vasatta dengelenmiş (?) bir sistemimiz var. Ayrıca kâr güdüsüyle çalışan sermaye, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı kurmayı özendiren ekonomi siyasalarına uygun davranmaktadır.
Sorunun muhatapları çok yönlü; başta “yerli ve milliciler” olmak üzere, Sanayi Bakanlığı, TÜSİAD, MÜSİAD vs. yanıt verebilmeleri için bilim-teknoloji-sanayi siyasalarını, “Politika – Strateji – Eylem Planı – Ölçme değerlendirme” dizgesi içinde ele aldıklarını göstermeleri gerekir. Konu “yerli ve milli” hamasi söyleminden kurtularak, epeyce işlenmiş olan kamu alım politikalarından küresel değer zincirinde neye ve nereye aday olunduğuna kadar uzanıyor.
Sizin Yossi Vardi’leriniz var mı?

5 Mayıs 2020 Salı

Kriz, Sağlık Sistemi ve Taleplerimiz



 Krize “ithalata dayalı sağlık tedarik sistemi” ile yakalanmak talihsizlik değil öngörüsüzlüktür!


İnsanlığın yalnızca bilimden medet umar hale geldiği günleri yaşıyoruz. Hepimiz hemen geliştiriliverecek bir ilacı ve aşıyı dört gözle bekliyoruz. Oysa ki, özellikle sağlık sektöründe değil bir ilaç veya aşının, tıbbi bir ekipmanın geliştirilmesi bile zaman alıcı bir süreçtir. Son günlerde ülkemizin tıbbi ekipman sektörünün varlığını, yeteneklerini ve kapasitesini gösteren örneklerin ortaya çıkması sevindirici ise de günümüzün tıp, biyoteknoloji, kimya, elektronik, yazılım ve bilişim arakesitinde geliştirilen karmaşık sağlık ekipmanları düşünüldüğünde bunun hemen bugünden yarına olamayacağı açıktır.
Tıbbi cihazlarda %85 oranında dışa bağımlı olan ülkemizde gelişmekte olan bir tıbbi ekipman sektörü olduğu görülmektedir. Hâlâ en büyük alıcının kamu olduğu sektörde pazarın eğilimlerinin kamu politikalarıyla doğrudan ilişkili olması doğaldır. Ancak ülkemizde, Sağlık Bakanlığı ile yerli tıbbi ekipman üreticileri tedarik ilişkisinin öteden beri sorunlu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle böylesi zorlu bir sağlık krizine “ithalata dayalı sağlık tedarik sistemi” ile yakalanmak talihsizlik değil öngörüsüzlük olarak değerlendirilmelidir.