31 Ağustos 2020 Pazartesi

Hiroşima’nın barışı fısıldayan Ginkgo ağaçları

 



Barışı savaşmama hali olarak tanımlamak eksik kalır.

Savaşların sonrasında erişilen “barışta”,  güçlü olanın (haklı olanın anlamında değil) kazandığı şan, şeref, mal-mülk ne varsa tarih olarak yazılır da, kaybedenlerin yani halkın acıları, kaybettikleri söz konusu bile edilmez. Böylesi bir savaş-barış diyalektiği gerçekte bir sonraki savaşı ya da barışı taşır içinde. Günümüze kadar yansıyan sonuçlarına bakıldığında bunun somut örnekleri I. ve II. Dünya Savaşlarıdır.

1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgali ile başladığı kabul edilen II. Dünya Savaşı, 75 yıl önce ABD’nin Hiroşima’ya (6 Ağustos 1945) ve Nagazaki‘ye (9 Ağustos 1945) attığı iki atom bombasının yok ettiği 200 bine yakın insanla zirveye ulaşan dehşetle son buldu. Sonrasında          1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanılır oldu. Barışın en genel anlamıyla bireysel/kurumsal her alan ve ilişkide şiddetin olmaması olarak tanımlanması yerine, savaşmama hali olarak tanımlandığı sürece insanlık güvende olmayacaktır.

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Ar-Ge Yardımlarının 25. Yılı

 TÜBİTAK  - TİDEB[1]: Ulusal yenilik sistemimizin önemli bir bileşeni

 

Türkiye Sanayisinde Araştırma-Geliştirme faaliyetlerinin artmasını hedefleyen Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu'nun 95/2 sayılı AR-GE Yardımına İlişkin Karar'ına dayanılarak, 3 Haziran 1995 tarihli TÜBİTAK Bilim Kurulu Kararı ile Teknoloji İzleme ve Değerlendirme Başkanlığı’nın -TİDEB kurulması, ülkemizde sanayi Ar-Ge Teşviklerinin başlangıç tarihi olarak alınabilir. Üzerinden tam 25 yıl geçmiş. Çok kısa bir değerlendirme ile anılmayı hak ediyor sanırım.

Cumhuriyeti kuran kadroların bağımsızlık ideallerinin bir karşılığı olan “geleceği inşa etme mecburiyeti”  hep sanayileşme kavramı etrafında oluşturulmuştur. İnişli çıkışlı bir çizgi izlese de “sanayileşme” iddiası Türkiye’nin gündeminde her zaman olmuştur.

1990’lara kadar, sanayi açısından Ar-Ge’nin erişilmez, inovasyonun kavram olarak bilinmez olduğu zamanlardır. Ar-Ge üniversitenin konusuydu, pahalı bir işti ve yepyeni keşifler anlamına gelmekteydi. İnovasyon (yenilik) ise henüz telaffuz edilmiyordu. Bu dönemde ülkemizin sanayileşmesi gerektiğini ısrarla savunanların bir kesimi ve dış dünyayı izleyen teknokrat ve bürokrat çevreler de rekabetin bir gereği olarak sanayileşmenin tek başına yeterli olamayacağını görerek, dünyada da yeni konuşulmaya başlanan yenilikçilik, yeni ürün geliştirme, öngörüye dayalı sanayileşme vb. yeni kavramları öğrenmeye ve tartışmaya başladılar.