14 Eylül 2023 Perşembe

 Picasso ve Chomsky’nin barışta kesişen yolları

Barış kavramı, savaşın olmaması durumu gibi eksik ve dar bir tanımlamadan kurtarılıp, adalet ve insan hakları, eşitlik, özgürlük, gelir dağılımı, cinsiyet eşitliği bağlamlarında ele alınması ve savunulması durumunda gerçek anlamına kavuşturulabilir. Böylesi bir tanım esas alındığında günümüzde dünyada ve ülkemizde barıştan söz etmek çok güçtür. Pasifist bir yaklaşım olarak değerlendirilebilse de barışı yalnızca adaletle birlikte ele almak bile önemli bir adım olacaktır. A.J. Muste’ın dediği gibi “pasifist olabilmek için önce devrimci olmak gerekir”.

Rusya – Ukrayna sıcak savaşı, askeri darbelerin şiddet olaylarını körüklediği Afrika’da silahlı grupların neden olduğu ölümlerin tarihin en yüksek düzeyine ulaşması, ülkemiz dahil bireysel silahlanmanın ve kadına şiddetin artması, “kavimler göçüne” dönüşen kitlesel göçler, yukarıda işaret edilen tanım bağlamında barışın savunulmasını insanlığın öncelikli konusu olmasını gerektiriyor.

Neredeyse uçan kuşun karbon ayak izi sürülürken, savaş sanayisinin söz konusu edilmemesinin yanı sıra günümüz öncü teknolojilerinin tahrip edici kaynak sorununun hemen bütün devletleri dünyamızla kavgalı duruma getirmesi çevresel anlamda bir başka şiddet konusudur.

Barış için çaba gösteren kuruluşlardan birisi de Sydney Üniversitesi’nce barış, adalet ve şiddet karşıtlığını yükseltmek amacıyla kurulmuş olan Sydney Barış Vakfıdır. Vakfın en önemli etkinliği her yıl vermekte olduğu Barış Ödülü’dür (Sydney Peace Foundation Peace Prize). Ödülün üç evrensel ölçütü var;  adaletle küresel barışa katkı; evrensel insan haklarına ulaşma taahhüdü; şiddet içermeyen dil ve uygulama. Ödül 2023’te İran kadın hakları aktivisti aktrist Nazanin Boniadi’ye verildi.

Sydney Barış Vakfı’nın kurucusu akademisyen, barış aktivisti ve yazar Prof. Stuart Rees 2011’de Noam Chomsky’ye Vakfın barış ödülünün verilmesiyle ilgili olarak “Pablo Picasso, Noam Chomsky ve arkadaşları: Barış için ilhamlar” başlıklı bir konferans verdi (2012). Konferansında Rees, “Picasso, Chomsky ve arkadaşları gibi ilham verici hümanistler göz önüne alındığında, militarizmi sürdürmek, güç kullanımını teşvik etmek, insan haklarını kötüye kullanmak için gücün tek boyutlu kullanımının politikacıların önceliklerini ve devam eden faaliyetlerini hâlâ etkileyebileceğine ve sözde savunma bütçeleri için büyük meblağlarda para ayırmalarına inanmakta zorlanıyorum. Böyle politikacılar hiç ders almaz mı? Militarizme bağımlılık ondan vazgeçilemeyecek kadar güçlü mü?” diye soruyor. Konuşmasında "kişisel olan politiktir" ilkesini benimseyen Picasso ve Chomsky’nin barış mücadelelerindeki düşünce ve eylem benzerliklerine değinen Rees, aynı zamanda onların ilham aldıkları ve birlikte mücadele ettikleri arkadaş çevresini de tanıtıyor. Chomsky'nin on yaşındayken 1938'de okul gazetesinde yayınlanan ilk makalesinin, faşizm tehdidi ve Barselona'nın düşüşü hakkında olmasıyla bir yıl önce (1937) Picasso’nun Guernica'yı resmetmiş olması ilginçtir. Chomsky, White House’ın ‘Enemies List’inde yer alan tek bilim insanı ve filozoftur.

“Diktatörlerin veya kamu ve özel kurumlardaki zorbaların ve hatta demokratik olarak seçilmiş liderlerin iddialarının aksine, özgürlük barışı çalışmak ve teşvik etmekle geliştirilir; yalnızca şiddete başvurmama ilkesini takdir etmekle, ulusları savaşa hazırlamak ve şiddetle ve özellikle kadınlara karşı şiddetle gizlice işbirliği yapmakla değil.”

“Adaletle barışı teşvik etmede büyük zorluk, şiddeti verili durum kabul eden düşünceden başlayıp, her türlü şiddetsizliği savunmaya geçişle bireylerin düşünme biçimini değiştirmektir.”

“Vatandaşlar, hiçbir güce sahip olmadıkları şeklindeki kaderciliği, kısıtlama olmaksızın düşünme, konuşma ve yazma özgürlüğünün yalnızca sanatçıların ilham kaynağı, bestecilerin ruhu, şairlerin yaşam kaynağı olmadığının, bu olanağın onlara da açık olduğunun farkına vararak değiştirebilirler.”

Bilge baykuşlar barışın hayalini kurar. / Akil insanlar bunu sağlar.  Stella Cornelius (Avusturalya, Chatswood, Sydney parkındaki anıtında yer alan plaketten.)

Eylül barış ayıdır…

herkese bilim teknoloji dergisi, sayı: 387
bilim egemen Türkiye için abone olunuz...


25 Mayıs 2023 Perşembe

Üniversite S.O.S.

Üniversiteler, bilgi üretiminin ana kaynağı olmaları, geleceğin nitelikli insanlarını yetiştirmeleri, toplumsal dönüşümde etkin rol almalarıyla her toplumun, özenle koruması gereken özerk ve özgür kurumlarıdır.

Bu bağlamda, Tuğba Tekerek’in sekiz yıllık araştırması[1], taşra üniversitelerimizin durumuyla ilgili önemli ipuçları sunuyor. Kitapta sekiz yıl süresince izlenen beş taşra üniversitesinde yapılan gözlemler, görüşmeler ve verilerin yanı sıra bütün taşra üniversiteleri ile ilgili, iktidarın politikaları olgular ve sayısal verilerle gözler önüne seriliyor.

Birinci bölümün başlığı; “Üniversite: Heyecan, Merak, İtiraz”. Yazar, üniversiteyi her biri çok katmanlı bu üç kavramla betimliyor. Üniversitenin evrensel anlamıyla işlevini yerine getirebilmesi için siyasal iktidarın ve toplumun baskısından uzak olması gerekiyor. Oysaki yüksek öğrenim sistemi, “kadrolaşmak ve iktidara yakın olanlara kaynak aktarmak üzerine kurulmuş.”

İktidarın taşra üniversitesi hamlesi 2006’da her ile bir üniversite hedefiyle başladı. İlk üç yılda 41 ilde 41 üniversite kuruldu. 2008’de Hakkari’ye kurulan üniversite ile hedefe erişildi. Ekim 2022’de 129’u devlet, 75’i vakıf ve 4 vakıf meslek yüksek okulu ile toplam sayı 208 oldu. Artık ilçelere taşılmış durumda.

Üniversitelerin meslek yüksek okulları ve fakülteler marifetiyle akademik hiçbir gereksinimi karşılamayan ilçelere yayılmasında amaç “yerel ekonomiyi kalkındırmak” ve iktidarın ideolojisini yaymak. Sayıştay’ın, “İhtiyaçlar gözetilmeden, yeterli koşullar sağlanmadan fakülte ve enstitülerin açılması, kamu kaynaklarının ekonomik ve verimli kullanılmaması ve dolayısıyla kamu zararına yol açmakta…” demesine karşın “Öğrenciler dolmuş[çu] için yolcu, ev sahibi için kiracı, kafe için müşteri” = yerel ekonomi.

Taşra üniversiteleri hemen bütünüyle “milliyetçi muhafazakar erkek egemen zihniyetin” etkisi ve yönetimi altında. Eylül 2022 itibariyle devlet üniversitelerine atanan 128 rektörden 5’i, 1.388 dekandan 222’si kadın. İdari personelin hemen tamamı erkek. Vakıf üniversitelerinde 74 rektörden 13’ü kadın, dekanların oranı %26. 20 kişilik YÖK’te bir kadın üye var. 

2021-2022 döneminde üniversitelerde 1.693.000 kadın öğrenci var, açık öğretimdekilerle bu sayı 4.125.000 kadar (yüksek öğrenimin yaklaşık yarısı). Erkek/kadın mezuniyet oranı; lisansta 100/116, yüksek lisansta 100/100, doktorada 100/79. “Her halükârda yeni açılan üniversitelerin kadınlar için önemli bir imkan yarattığı ve taşrada kadın erkek eşitliğine katkı sağladığı açık.” Bazı üniversitelerde kantinde paravan gerisinde oturmak zorunda olsalar da.

Taşra üniversitelerinin temel sorunlarının başında nitelikli akademisyen eksikliği geliyor. Akademik unvanların pek çoğu siyaset-tarikat ilişkisiyle edinilmiş. Bölüm başkanlıkları ilgisiz uzmanlıklarla doldurulmaya çalışılıyor.  Derslerin çoğu boş geçiyor. Derslerde soru sormak, farklı görüş açıklamak, hele din konusunu tartışmak olanaksız.

2006’dan sonra açılan üniversitelerin hemen hepsine birer ilahiyat veya İslami ilimler fakültesi açıldı. 2022’de bu sayı 94, öğrenci sayısı 116.000 (%61’i kadın). Bu fakültelerin kontenjanı 2021’de 19.531 oldu (Bilgisayar 12.162, Elektrik-Elektronik 9.979, Makine 8.369). İlahiyat fakültelerindeki eğitim, “din üzerine bilimsel eğitim” olmaktan çıkıp dini eğitime” dönüşmüş. Üniversitelerimizde 276 anayasa hukukçusuna karşılık 492 İslam hukukçusu var.

2010’da her üniversiteye bir cami politikası başlatıldı. Bu camiler siyasal iktidar tipi üniversitelerin “temel unsuru”.   Amaç, “Kampus Camisi: Üniversiteye İslami Nişan” koymak. 20.000, 7.000, 2.200 kişilik camiler inşa ediliyor. 4.400 kişilik cami var ama kütüphanenin kapasitesi 450 kişi. Camiler üniversite yönetiminden bağımsız ve Diyanet’in özel etkinlik alanı; sadece ibadetin değil “dini esaslı çeşitli eğitsel, sosyal ve kültürel faaliyetlerin merkezi konumunda”. Yeni üniversite kimliği böyle yaratılıyor.

Taşra üniversitelerinde resmi ve sivil polislerle içli dışlı bir yaşam var. Öğrencilerin izlenmesi, taciz edilmesi olağan. Hepsi de güvenlik nedeniyle. Hüseyin diyor ki, “Ben kampüste dolaşıyorum, polis arkamdan geliyor. Ben n’apayım öyle kampüsü…”

Sonuç olarak, siyasal tarihimizde pek çok darbe yiyen üniversite yaşamı, 15 Temmuz 2016 sonrası  “iktidar aygıtı”, “iktidar uzantısı” konumuna getirildi.

Taşra üniversiteleri sıfırdan kendi atadıkları rektörlerle ve geniş bütçelerle prototip olarak kuruldu. Gelinen noktada “on binlerce mezun vermiş, açılan programlarla pek çok akademisyen yetiştirmiş” durumdalar. İktidar, bu üniversitelerin toplumda ve akademide eriştikleri ciddi boyutlardaki etkileriyle amacına ulaşmış görünüyor. Ancak kaybedenler “iyi bir üniversite [eğitimi] hayali kuran gençler, özgürce araştırma faaliyeti içinde olmak isteyen akademisyenler” ve elbette ülkemiz. Akademinin derin sessizliği (Boğaziçi Üniversite’sinin onurlu direnişi hariç) ülkemizin karanlığı olmaz umarım.

Siyaset-Diyanet-Tarikat kuşatmasındaki üniversiteler, Cumhuriyet “parantezini” kapatma gayretlerinde çok önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. 28 Mayıs bu parantezi kapattırmamak yolunda son bir şans olabilir.

Yaşasın üniversite!


[1] Tuğba Tekerek, Taşra Üniversiteleri. AK Parti’nin Arka Kampüsü, İletişim Y.,  2023



18 Mayıs 2023 Perşembe

 Karar vermek


Kişisel kararlarımızı verirken karmaşık modeller kurmayız. Deneyimlerimiz, içinde bulunduğumuz koşullar, gereksinimlerimizde yaptığımız önceliklerimiz, sorumluluklarımız, risk algımız, duygularımız, çevremiz vb. bir dizi etkene, sayısallaştırmadığımız ağırlıklar vererek bir biçimde karar veririz.

Demokrasilerde toplumsal gelecek kararlarının verilmesine katıldığımız en önemli araç, seçimlerdir. Sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla, seçimler için verdiğimiz kararlarımızı ise daha karmaşık değişkenlerle (kişisel ve toplumsal) vermekteyiz. Bu değişkenler kişilere göre farklılıklar gösterse de gelecek söz konusu olduğunda karar denklemimizde kendimizden daha çok çocuklar ve gençler öncelikli bir faktör olarak yer almalıdır.

T.C Anayasa

II. Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi

MADDE 42. — Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Eğitim ve öğretim, Devletin başıca gelen ödevlerindendir.

Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz… Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, en yüksek öğrenim derecelerine çıkmalarını sağlamak amacıyla gerekli yardımları yapar.

 

Çocuklar ve gençler için gelecek, eğitimle birlikte ele alınması gereken yaşamsal bir konu. Seçimlerde karar denklemimize bu önemli konuyu nasıl yerleştireceğiz?

Bugüne kadar ebeveynler Anayasal bu hakka ne denli sahip çıkabildiler?   Türkiye, OECD veri tabanındaki 42 ülke içinde kamunun ilk-orta-lise öğretim harcamalarının milli gelire oranında 38. iken ailelerin ilk-orta-lise öğretimine yaptığı harcamalarda 37 ülke içinde 3. sırada. Bu veriler öncelikle fırsat eşitliğindeki adaletsizliği yansıtmaktadır. Bir yandan devlet okullarında eğitimin içeriği “gericileştirilerek” çağdaş gereksinimlerden uzaklaştırılırken hemen hiçbir ana-baba anayasadan kaynaklanan hakkını talep etmiyor hükümetlerden. Adeta bir kuşak kendisini feda ederek “kaliteli” özel okul eğitimi satın almanın peşinde. Bu ilişkide elbette vatandaş değil müşteri olmayı da kabullenmiş oluyorlar.

Çocuklarının eğitimi için büyük fedakarlıklar yapan ebeveynlerin, onların adaletsizlikle en derin karşılaşmaları olan “sınav sorularının örgütlü çalınması” karşısındaki edilgenliklerini ve bu hırsızlıktan sorumlu olan siyasal iktidardan hesap sormamalarını açıklamak çok güçtür.

Yaklaşık 13 milyonluk (TÜİK 2021) 15-24 yaş grubunda “Ne Eğitimde Ne İstihdamda Gençler”in (NENİG, M.A) oranı %24,7. Yaklaşık 3,2 milyon NENİG “kendilerini çoğunlukla yaşadıkları maddi zorluklar karşısında hayal kırıklığına uğramış, çaresiz kalmış, yalnızlaştırılmış, kaygılı ve mutsuz, güçsüz hissetmektedir.” Neo-liberal düzenin artan yapısal sorunları “gençlerin sosyal ve ekonomik hayata katılmanın faydalarından tam olarak yararlanmalarını engellemektedir.”

Hemen bütün üniversiteler “partili rektörlere” emanet edilerek, gençlerimizin nitelikli eğitim almaları engellenirken yaklaşık dört yıldır üniversiteli gençlerin okulları ile ilişkileri büyük ölçüde engellenmiştir.

Depremin etkilediği geniş coğrafyada ilk-orta ve üniversite eğitim ve öğretim sistemi çökmüş, gençlerimiz adeta geleceksizliğe, adaletsizliğe mahkum edilmiştir. 

Özerk ve bağımsız bir birey olarak gelişmesi için olanaklar sunulması gereken gençlik, gelecek vadeden tüketici bir kitle ve emek gücü ya da son yılların hakim siyasal bakışına göre “dindar ve kindar” olarak biçimlendirilmesi gereken bir kaynak olarak görülmektedir.

Geleceğin STEAM’le (Bilim-Teknoloji- Mühendislik-Sanat-Matematik) kurulduğu bir dünyada gençlerimizi eğitimsizliğe, işsizliğe ve geleceksizliğe mahkum eden yönetimlere yer olmamalı.

5 milyonu aşkın gencin ilk kez oy kullanacağı 14 Mayıs (28 Mayıs 2023) seçimlerinde biraz akıl, biraz vicdan ve biraz cesaretle ikinci 100. Yılı inşa edecek gençlerin önünü açacak kararı verelim!

____________________________________________________________________

“Türkiye Ulusal yenilik Sisteminin Yeniden İnşası, Politika Raporu, Müfit Akyos, SODEV 2023/1” yayınlandı. Raporu  https://sodev.org.tr/  ve  https://inovasyon.org/  adreslerinden indirebilirsiniz.


4 Mayıs 2023 Perşembe

 

Türkiye Ulusal Yenilik Sisteminin Yeniden İnşası

Politika Raporu

Müfit Akyos

2023/1 SODEV – Sosyal Demokrasi Vakfı

 

Ulusal Yenilik Sistemi

Cumhuriyeti kuran kadroların bağımsızlık ideallerinin bir karşılığı olan sanayileşmenin gerekliliği düşüncesi 1927 yılına kadar uzanır. 1929’un Beş Yıllık Planı ve 1930 Sanayi Kongresi’nde şekillenen “geleceği inşa etme mecburiyeti” hep sanayileşme kavramı etrafında oluşturulmuştu.

Gelişmiş ve kalkınma çabası içindeki ülkeler bilgi tabanlı yeni bir ekonomiyi yetkinlikler ve yenilikçilik etrafında yeniden inşa etmektedirler. Ülkemizin geriye gidişi durdurup ileriye döndürebilmek için bilim-teknoloji-yenilik (B-T-Y) politikalarını ”sıçrama-leap-froging” yapacak biçimde yeniden tasarlamak bir zorunluluk olarak görülmektedir.

Bu amaçla geliştirilecek ekonomik, teknolojik ve sosyal politikalarla ilişkilendirilecek Ulusal Yenilik Sistemi (UYS), sözü edilen “sıçramaya” sahip olduğumuz bütün kapasiteleri harekete geçirebilecek olması nedeniyle önem verilmesi gereken etkili bir kalkınma politikası aracıdır.

Bu konuda, “Türkiye Ulusal yenilik Sisteminin Yeniden İnşası, Politika Raporu, Müfit Akyos, SODEV 2023/1” yayınlandı. Raporu https://inovasyon.org/  veya https://sodev.org.tr/ adreslerinden indirebilirsiniz.

 

7 Ocak 2023 Cumartesi

Bu dergi bilgi, bilim, gelecek dolu…

 


Her hafta 24 sayfalık bir dergiyi bilim, bilgi ve gelecekle dolu dolu okurlarınıza sunmak isteseniz neler koyardınız? Bilimin sonsuz ufuklarında dolaşarak bilimsel, teknolojik, toplumsal konuları en anlaşılır dille ve günceli de izleyerek her hafta yediden yetmiş yediye geniş bir kesimin ilgi ve beğenisine sunmak için bir iddianızın olması gerekir. Bu iddiayı kısaca bilim ve bilgiyi erişilebilir kılmak ve bilim okuryazarlığını yaygınlaştırmak olarak tanımlayabiliriz.

Yayınlanan 51 sayıda bu iddiayı paylaşan 104 isim yazı yayınladı. Bu sayıya sekiz köşe yazarı ve dergi kadrosunda yer alan beş isim dahil değil.

Dergide, Bilim inkarcılığı / Bilim dünyası ölüme meydan okuyor / Dünya yol ayrımında: Ya barış ve işbirliği ya da savaş ve kriz / Gerçek dışılık mı kazanacak yoksa akıl mı üstün gelecek? / Biyoteknoloji: Dünyayı dönüştüren büyük güç / Ayı parselleyip sömürgeleştirme dönemi başladı / Bilim kanseri kuşatıyor / Covid ‘beyin sisi’ ile vurdu / Tarım mı Sanayi mi? / Uzayı ve hayatı anlamada yeni devrim başladı / Söz martıların: Öfkeliyiz… Neden mi? / Temel sorun: Dağılmayan gelir – Artan sefalet / Nobel devrimci buluşları ödüllendirdi / Fizyon enerjisi / Bilime göre Dünya Kupası’nı kim kazanacak? / Biyo çeşitlilik kaybı korkunç… gibi kapak konuları öne çıktı.

Derginin sürekli başlıklarından Araştırma Gündemi’nde geniş bir yelpazede bilim haberlerine, Bilim ve Beslenme’de doğru ve güncel bilgilere, Tekno Vitrin’de yenilikçi teknolojik ürünlerin son örneklerine,  tam sayfaya çıkmasını dilediğim Meraklı Çocuk’ta, büyükler için de merak uyandıran konulara, zihin faaliyetleri için bulmaca, satranç, ilginç sorular, sudokuya ve doğanın dilini (matematik) kullanan Düşün Bul bölümüne yer verildi. Tanol Türkoğlu’nun Dijitalem’i kısa haber, yorum ve aforizmalarıyla bağımlılık oluşturacak içerikte. Tayfun Akgül’ün her bir karikatürü bir köşe yazısına bedel. Hayvanlar Dünyası, dünyayı bizimle paylaşan canlıları bilimsel olarak gündemimize soktu. Bilim dünyamızdaki hemen hiçbir ödül atlanmadı, tanıtıldı. Bilim kadınlarımız öne çıkartıldı. Bilim tarihi konuları ve bilim insanlarının tanıtımına yer verildi.

Dünyaya ve ülkemizin aydınlık geleceğine bilimin penceresinde bakan okurlarımız, yukarıda özetlenenleri her hafta sizlere ulaştırmanın yükünü büyük ölçüde taşıyan Özlem Yüzak ve Orhan Bursalı’ya HBT’nin bir yılını sordum.  Şöyle özetlediler:

“HBT de ekonomik krizlerden etkileniyor, mesela 1000 adet daha fazla satsak, bu etkiyi azaltabiliriz ama bunu yapamadık. Fakat meraklı bir okur kitlemiz oluştu, henüz HBT’yi ülke çapında tanıtamadık, dolayısıyla potansiyel olarak HBT’yi satın alabilecek 1-2 kat  daha [okuru] olduğunu görüyoruz.

En iyi gelişme HBT Canlı’yı başlatma kararımız, video yayını izleniyor ve bundan kaçmamız mümkün değil. Bu yayının HBT dergisinin görünürlüğünü arttıracağını, bunun yanı sıra tabii çok daha önemlisi, bilimsel haber yorum tartışmalarının çok daha geniş kitleye yayılacağını düşünüyoruz.  Stüdyo ve yayın için yaptığımız destek çağrısına ciddi yanıt verilmesi de bizim için sevindirici oldu. 10 kadar okurun bağışlarıyla kuruluş noktasına geldik. İsterdik ki çok daha geniş bir kitle küçük birikimleriyle katkıda bulunsun. Yazarlarımız kendi alanlarında çok iyi başarılı doyurucu yazılar yazdılar.  Mümkün olduğunca bilimsel gelişmeleri izlemeye ve anlaşılır bir dille vermeye çalıştık. Nisan ayında 7 yılı geride bırakacağız, 350. sayıyı devirdik. 

Bilim okuryazarlığını geliştirmeye çalışıyoruz. Yol göstericiliğe ihtiyacımız var.”

Yılın müjdesi HBT TV olmalı! Yaşama geçirmek için yukarıdaki sese kulak vermek gerekiyor.

Bilimin yol göstericiliğinde, meraklarımızın peşinden giderek aydınlık ve güler yüzlü yeni bir yıl inşa etmek dileğiyle…

6 Aralık 2022 Salı

22-23 Kasım 2022 tarihlerinde ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapılan “ÜSİMP Ulusal Patent Fuarı ve Üniversite-Sanayi Sanayi İş Birliği Ulusal Kongresi” nde ÜSİMP Üstün Hizmet Ödülü ile onurlandırıldım.

Ödül Töreni Konuşma Metnimi sizlerle paylaşıyorum.


Değerli katılımcılar ve Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu – ÜSİMP’in  değerli üyeleri hepinizi saygı ile selamlıyorum,

Kendimi en rahat hissettiğim ve ifade edebildiğim bir ortamdayım. Bu kez biraz heyecanlıyım. Kuruluşundan itibaren yaklaşık 14 yıl içinde yer alıp çok şeyler öğrenip katkıda bulunmaya çalıştığım Ulusal Yenilik Sistemimizin önemli bileşenlerini bir araya getiren ÜSİMP’in Üstün Hizmet Ödülü ile onurlandırıldım.

Bu ödülü benim için daha da anlamlandıran üç boyuttan Birincisi;  46 yıl önce Endüstri Mühendisi olarak mezun olduğum okulum Orta Doğu Teknik Üniversitesi çatısı altında bu ödülü almam, ikincisi; kendimi ülkemizin bilim – teknoloji – yenilik politika ve uygulamalarına yön ve katkı veren önceki ödül sahipleri sevgili Aykut Göker ve Cemil Arıkan’ın bu bağlamda izleyicisi olarak görmem ve üçüncüsü; gerçekten üniversite ve sanayimizin seçkin kişilerinden oluşan bir değerlendirme jürisince bu ödüle değer bulunmam.

Bu olanaktan yararlanarak ÜSİMP’le de ilişkilendireceğim “yetişme” kavramını esas alan bazı kişisel değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Geç kalanlar ve yetişme

Gelişmiş ve kalkınma çabası içindeki ülkeler bilgi tabanlı yeni bir ekonomiyi yetkinlikler ve yenilikçilik etrafında yeniden inşa etmektedirler. Ülkemiz ise “yetişenler – cathing-up” konumundan “geç kalanlara – latecomers” evrilmektedir. Yetişme (öndekilerle arayı kapatma) kavramı, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma literatürüne yerleşmiş önemli bir kavram. Bu geriye gidişi durdurup ileriye döndürebilmek için örnekleri “yetişen” ülkelerin  bilim-teknoloji-yenilik (B-T-Y) politikalarında görüldüğü gibi, değer zincirinin genel kabul gören aşamalarını (Ar-Ge, tasarım … üretim, hizmetler)  sıralı izlemek yerine, ”sıçrama-leap-froging” yapacak biçimde yeniden tasarlamak bir zorunluluk olarak görülmektedir.

Ulusal Yenilik Sistemi

Bu amaçla geliştirilecek ekonomik, teknolojik ve sosyal politikalarla ilişkilendirilecek Ulusal Yenilik Sistemi, sözü edilen “sıçramaya” sahip olduğumuz bütün kapasiteleri harekete geçirebilecek olması nedeniyle önem verilmesi gereken etkili bir kalkınma politikası aracıdır.

Ulusal Yenilik Sisteminin 1990’ların sonu, 2000’li yılların başında sınırlı bir çevrede de olsa kişiler ve kurumlar düzeyinde yoğun biçimde tartışılması ve adeta bir öğrenme süreci sonunda kısmen ete kemiğe büründürülmesi örnek alınması gereken kamusal bir çabadır. Benim için söz konusu tartışmaların, hazırlık çalışmalarının ve uygulamanın içinde olunması mesleki yaşamında bir tercih ve şans olmuştur. 

Güncel Bilim – Teknoloji – Yenilik verileriyle yapılacak bir Türkiye değerlendirmesi ulusal yenilik sistemine bugün duyulan gereksinimi güçlü bir biçimde gerekçelendirmektedir.

Sonuç olarak bir ulusal yenilik sisteminin yeniden inşasıyla ilgili bir “model” önerisi tartışmasının önümüzdeki dönemde ÜSİMP çatısı altında da ve ÜSİMP öncülüğünde tartışmaya açılmasını değerlendirmenize sunuyorum. 

Üniversiteler ve Teknoloji Transfer Ofisleri

Ulusal Yenilik Sisteminin en önemli bileşenlerinden birisi üniversitelerdir. Üniversitelerin bilgi üretmek ve eğitim temel işlevlerinin doğrudan veya dolaylı olarak ülkelerin toplumsal kalkınmasına etki etmesi beklenir. 1980’ler sonrasında artan küreselleşme baskısı ile büyüme ve rekabet gücü kazanmanın öne çıkması ve bilginin üretimin temel girdileri içindeki yerinin giderek artması üniversitelerden beklentileri de değiştirdi. Artık bilginin doğrudan ve daha hızlı üretime dönüştürülmesi baskısı altına giren üniversiteler kendilerinde olmayan bu yetkinlik için araçlara gerek duymaya başladılar. 1980’lerde ABD’de üniversitelerden teknoloji transferinin lisanslanması ile başlayan süreç önce Teknoloji Lisanslama Ofisleri’ne sonrasında Teknoloji Transfer Ofislerine dönüşen yapılarla günümüzde Bilgi Transfer Ofislerine evrilmektedirler. Güçlük de bu noktada doğmaktadır. Bilginin kavram olarak soyutluğunun yanı sıra, TTO’lardan beklenen “arz ve talep arasındaki asimetrik enformasyon ve bilgi kombinasyonunun giderilmesinde nasıl rol almaları gerektiği” yeniden tartışılmaktadır.

TTO’ların yenilik eko-sistemi içinde aralarında doğrudan bağ olmayan tarafları (üniversite ve sanayi) kendileri üzerinden ilişkilendirmek gibi temel ve önemli bir “aracılık” işlevleri vardır. Ancak kanımca, TTO→Patent→Girişimci doğrusal formülünün ana doğru olarak alınması sorgulanması gereken bir yaklaşımdır. Dünyamızı korumanın ve bütün canlıları bir bütün olarak merkeze koyan bir geleceğin inşasına destek olacak her türlü yenilikçi fikrin “ürüne” dönüştürülmesinin desteklenmesinin öncelenmesi, TTO’lar dahil bütün kaynaklarımızı kullanmakta temel bir ilke olabilir.

 TTO’larımız

Ülkemizde birçok TTO, “arz ve talebin” yetersizliği nedeniyle sürdürülebilirlik sorunu yaşamaktadır. TTO’larımızın üniversite-sanayi ilişkileri bağlamındaki sorunları edinilen deneyimlerin ışığında yeterince tartışılmış ve yapılması gerekenler ortaya çıkmıştır. Bunların ivedilikle yaşama geçirilmesi TTO’lardan beklenen yararların elde edilmesini kolaylaştıracaktır.

Yine de özveri ile öğrenmeye, yapılanmaya, üniversite yönetimlerini eğitmeye ve sanayi ile ilişki kurmaya ve teknoloji transferini gerçekleştirmeye çalışan TTO kadrolarını kutlamak gerekiyor. Yaşanan deneyimlerle artık kendi hikayelerimizi yazarak, kendi modellerimizi üretmemizin zamanıdır.

Ancak her şeyden önce elbette üniversite gibi üniversite: evrensel ve çağdaş üniversite değerlerine, yönetim anlayışına ve yapılanmasına, altyapısına, özerklik ve düşünceyi ifade etme özgürlüğüne sahip olan bir üniversite. Ancak böyle bir üniversite içinde başarılı olabilecek TTO’ların birer “işletme” olarak görülerek, geliri değil yaratılan değeri (etkiyi) önceleyen bir Teknoloji Transferi iş modeli oluşturmaları beklenebilir.

Beklentilerimiz

İster teknolojik düzeyde isterse de siyasal düzeyde yenilik, girişimcilik, teknolojiye dayalı kalkınma konularıyla ilgilenenler haklı olarak dışa dönük hayranlık, öykünme, imrenme içe dönük ise hayıflanma, hayal kırıklıkları, “olmuyor işte” ve giderek kızgınlık duygularını taşıyabilmektedirler. Hele bir de 1990’ların güçlü “yapabiliriz” gerçeğini ve son yılların kayıplarını yaşamışlarsa bu duygular daha da keskinleşebilmektedir.

Ancak umutlarımızı koruyarak yapıcı olmak zorundayız. Ülkemizin bilim ve teknolojiye dayalı kalkınmasının kurumlarının, siyasa ve stratejilerinin “yetişmeyi” hedefleyerek yeniden inşası için etkin araçların oluşturulması ve var olanların iyileştirilmesi için çaba göstermemiz gerekiyor. Bu bağlamda konunun tartışılması ve entelektüel birikimin sağlanması için çağımızın etkin iletişim aracı platform türü yapılanmalar oluşturulabilir ve var olanlar (Ör.; ÜSİMP) kullanılabilir. “Öndekilerin” siyasa, strateji ve uygulamalarından öğrenerek kendi öngörülerimizi “yetişmek” amacıyla oluşturmak için akıl birliğine gerek duyanlar için ÜSİMP uygun bir zemin olabilir. 

ÜSİMP’e düşen görevler

15 yıllık birikim ve deneyimi ve üye bileşiminin kapasitesi ile ÜSİMP’ten beklentilerimi iki başlıkta özetlemek istiyorum:   

1.     Ulusal Yenilik Sistemimizin yeniden inşasına ilişkin politika araçları, modeller ve yapılanma önerileri geliştirerek yaşama geçirilmesine çalışılması,

2.     Cumhuriyetimizin 100. Yılına yakışır etkinlikler planlanması ve yaşama geçirilmesi için çalışmalar başlatılması.

Teşekkürler

Son olarak teşekkür etmek istediklerim var. Ülkemizin yenilik sisteminde yer alan bütün kişi ve kurumları kucaklayan, ortak çıkarları gönüllü katılımcılık esasıyla bir araya getiren, güven noktası olmasından güç alarak alanı düzenleyici işlev gören, açık yeniliğin gereği bilgi ve deneyim paylaşımı ortamları yaratan, ortak çıkarları toplum yararına yönlendirmeye çalışan ÜSİMP’in başta Yürütme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamit Serbest olmak üzere emeği geçen ve katkıda bulunan herkesi kutluyor ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Yaşamımda bana katkıları nedeniyle yoldaşım, yol göstericim, dostum Aykut Göker’i özlemle anıyor ve halen ‘hocam’ olmaya devam eden Metin Durgut’a minnet ve teşekkürlerimi sunuyorum. Üniversite – sanayi işbirliği alanında katkılarımı çoğunlukla kurumlar ve ekipler içinde gerçekleştirebildim. Bu kurumlara ve birlikte olduğum ekip arkadaşlarıma da teşekkürlerimi ifade etmek isterim.            

Hepinize selam ve saygılarımla esenlikler dilerim.  


21 Ekim 2022 Cuma

Endeksleri yorumlamak

 

 

Önceki yazıda (HBT, Sayı 339), “altılı masa” partilerinin bilim teknoloji ve yenilikçilik (B-T-Y) politikaları irdelenmiş ve B-T-Y politikaları ile uyumlu bir Ulusal Yenilik Sisteminin (UYS) önemine vurgu yapılmıştı. Şu günlerde sayısal değerlendirmelerde ekonomik veriler ve seçim anketleri daha çok ilgi çekse de bu yazıda, ülkemizin B-T-Y verilerine ve ilgili endekslerdeki yerine bakarak konunun yakıcılığı bir kez daha gündeme getirilmeye çalışılacaktır.

Verilerle varılan nokta

2020 TÜİK verilerine göre; Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı %1,09. Gayrisafi yurt içi Ar-Ge harcaması 54 milyar 957 milyon TL. İmalat sanayisinde gerçekleştirilen 20 milyar 333 milyon TL Ar-Ge harcamasının %44,7'si yüksek teknoloji faaliyetinde yer alan girişimler tarafından yapılmış.

Buna karşın üretimden yapılan satışların sadece %3'ünü yüksek teknoloji ürünleri oluşturmaktadır. İmalat sanayisinde 2021 yılında üretilen ürünler teknoloji düzeylerine göre sınıflandırıldığında, yüksek teknoloji sınıfındaki ürünlerin toplam satış değerinin %3'ünü, düşük ve orta-düşük teknoloji gruplarının toplamın %71,3’ünü, orta-yüksek teknoloji grubunun %25,6’sını oluşturduğu görülmektedir.[1]

TÜİK Dış Ticaret İstatistikleri’ne göre (Ocak-Haziran 2022) yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %2,9’dur (3.4 milyar dolar), ithalat içindeki payı %9,5'tir (11.7 milyar dolar).

2022 yılı Ocak-Haziran döneminde dış ticaret açığı %142,7 artarak 21 milyar 181 milyon dolardan, 51 milyar 400 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ocak-Haziran döneminde %83,2 iken, 2022 yılının aynı döneminde %71,0'a geriledi.

Türkiye’nin dünya yüksek teknoloji ürünleri (YTÜ) pazarındaki payı onbinde 2 (2009).[2]

 

Özetle Ar-Ge altyapımızla ilgili veriler

Üniversite sayısı 129 devlet ve 75 vakıf üniversitesi; 8 milyondan fazla yükseköğrenim öğrencisi; 106 bin doktora öğrencisi. 58 ilde 81’i faal 94 teknoloji geliştirme bölgesi;  TGB’lerde toplam satış, 183,2 milyar TL; toplam ihracat, 7.6 milyar $ (2001-2021); 1.239 Ar-Ge merkezinde %80’i lisans ve lisans üstü toplam 73.097 çalışan, 1.185 doktoralı (0,96 Dr./merkez!), 320 tasarım merkezinde 5.313’ü lisans ve lisans üstü, 23’ü doktoralı toplam 7.467 çalışan. Hatırı sayılır miktar ve çeşitlilikte hibe ve teşvikler, danışmanlar, mentörler vb.

B-T-Y’de uluslararası genel kabul gören kaynak ve endekslerde ülkemizin yeri kıyaslamalı olarak tabloda özetlenmeye çalışılmıştır.  

Endeks

Türkiye sıralaması / Ülke sayısı

 Avrupa Yenilik Karnesi (European Innovation Scoreboard) - 2022 (AB ve Avrupa ülkeleri)

33/40

 Herkes İçin Eğitim (UNESCO - EDI)-2016

50/92

 İnsani Gelişme (UNDP) - 2020

54/189

 Hukukun Üstünlüğü (Rule of Law Index)  - 2021

117/139

 Daha İyi Yaşam (Better Life  Index - OECD)  - 2020

38/41

Küresel Cinsiyet Uçurumu (The Global Gender   Gap Index-WEF )- 2022

124/146

Dünya Ekonomik Özgürlük (Index of Economic Freedom, Heritage Fonud)-2022

107/177

 Yeşil Gelecek  (Green Future Index MIT)- 2021

68/76

 Yolsuzluk Algılama  (Transparency International) – 2021

96/180

 Dünya Mutluluk Raporu (World Happiness Report) - 2022

112/146

Tabloda sosyal ve çevre ile ilgili göstergelere B-T-Y başarımının yalıtılmış bir ortamda değil ve fakat hukuktan eğitime,  özgürlüklerden yolsuzluğa bütünsel bir iklimde gerçekleştirilebildiğini vurgulamak amacıyla yer verilmiştir.

B-T-Y politikalarının tasarımında yukarıdaki “vasat” tablonun olumluya çevrilebilmesi için öngörülecek yapılanma ve kurumlara, UYS yönetişimine, gerçekçi hedeflere açıklıkla yer  verilmesi gerekmektedir.



[1] TÜİK Haber  Bülteni, Yayım Tarihi: 29.06.2022

[2] ²  http://epp.eurostat.ec.europa.eu  euostat statistics in focus, issue 25/2009, Tomas MERI “China passes the EU in High-tech exports”



Bu yazı herkese bilim teknoloji dergisi Sayı 341'de yayınlanmıştır.

herkese bilim teknoloji dergisi'ni Oku Okut!

19 Temmuz 2022 Salı

İşler göründüğü gibi değil…

 

Araştırmalar, 1990’lardan itibaren komplo teorilerine ilgideki ve son on yılda da bu konuda yayın ve çalışmalardaki artışa işaret etmektedir. İnsanlığın, yarattığı büyük problemler karşısındaki çaresizliği komplo teorilerine açık bir ortam yaratmaktadır. Artan akademik çalışmalara karşın konu ile ilgilenen farklı disiplinler (tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji vd.) ortak bir tanımda birleşememektedirler. Bu arada kavram, doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın siyasi alanda sıklıkla kötüye kullanılmaktadır. Avrupa Komisyonu, bu tür teorileri “Belirli olayların veya durumların, olumsuz niyetle nüfuzlu güçler tarafından perde arkasında gizlice manipüle edildiği inancı.”[1] olarak tanımlamaktadır.

Kavram bugünkü anlamında II. Dünya Savaşı'ndan sonra bilim felsefecisi Karl Popper tarafından kullanılmış ve 1960'lardan beri günlük söylemde daha fazla yer almıştır. Komplo teorisi terimini tanımlamanın zorluğu, “yaşam ve edebiyat, gerçek ve kurgu, bilim ve sahte bilim” arasındaki gri alanlardan besleniyor olmasıdır. Bu teoriler genellikle gerçekleri, tarihsel olayları veya anlatıları abartılı, yanıltıcı bir şekilde ihtiyaçlara göre çarpıtmaya dayanmaktadır.

Komplo teorisinin en “bilimsel”, en kafa karıştırıcı örnekleri ile Covit-19 yaygın salgını sırasında karşılaştık. Bilişim teknolojilerinin kullanılması bu teorileri daha görünür ve kolay ulaşılabilir kıldı ve yayılımlarını hızlandırdı. Bazıları zararsız eğlence veya demokratik tartışmanın bir parçası olarak kabul edilebilirse de birçok durumda komplo teorileri, toplum üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan “radikal davranışlar, ırkçı görüşler, otoriter tutumlar ve aşırılıkçı ideolojilerle” ilişkilendirilebilir ve şiddete yol açabilirler. Komplo teorilerinin politikanın etkin bir aracı olarak kullanılmasının yaygınlaşması tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır. Toplumun sorunlarına ve endişelerine yanıt veremeyen yönetimler hem kendileri komplo teorilerini yaratabilir hem de diğerleri için zemin oluşturabilirler.

Gerçek kanıt ve belgelere dayanmasa da yayılmaya devam eden komplo teorilerinin kabul görmesinde, ilgili değişkenlerin önemli bir kısmını görmezden gelerek konuyu basitleştirmesi, kaosu ve rastlantıları model dışı bırakmaları neden olabilir. Kişisel, toplumsal ve politik aidiyetleri öne çıkartmalarının yanı sıra “başkalarının bilmediklerini bilmek” gibi psikolojik bir boyutu da vardır.

Komplo teorileri ile gerçek komplolar arasındaki fark nedir? Komplo teorileri genellikle tarihten hareketle çok büyük dinsel, ırksal grupları hedefleyen, tekil olay veya olguları genelleyerek süper komplolara bağlayan ve her şeyin komplocuların planına uygun gittiğini iddia eden bir özelik taşır. Oysa ki “gerçek komplolar”, tanımlı sayıda komplocunun, tanımlı bir hedef için bir kurguyu gerçeğe en yakın biçimde yaşama geçirmeleridir. Gerçek komploların öngörülemeyen sonuçları olabilir. Çok yakın tarihimiz bunun acı örnekleriyle doludur.

Komplo teorilerinin yayılmasını önlemede en etkili olanı yaymamak veya kendi ağımızı kanıtlarıyla uyarmaktır. Önyargılardan arınmak, sorgulayıcı olmak, sağlıklı şüpheciliğe, kanıta ve tutarlılığa değer veren bilimsel düşünce sistematiğini benimsemek komplo teorilerine karşı koruyucu olabilir. Ancak komplolara karşı mücadele etmenin demokrasiyi geliştirmekle, bilgiye erişimi kolaylaştırarak, özgür basınla, özgür ve özerk üniversiteyle, örgütlü toplumla ve çağdaş bir eğitimle olanaklı olacağını bilmek gerekiyor.

Neden böyle bir yazıya gerek duyuldu? Önümüzde çok önemli bir seçim bizleri bekliyor. Yaklaşık çeyrek yüz yıllık pratiğimiz başta medya olma üzere sanal iletişim kanallarının bizleri kurgularla nasıl etkilemeye çalıştığının, yaşamların nasıl alt üst edildiğinin örnekleriyle dolu. Aklımızı başkalarına emanet etmemek ve vatandaşlık sorumluluğumuzu en üst düzeye çıkartmamız etkili bir önlem olabilir.

[1] European Commission, What are conspiracy theories? Why do they flourish?




Bu yazı herkese bilim teknoloji dergisinin 30 Haziran 2022, Sayı: 327'de yayınlanmıştır.

OKU! OKUT! ABONE OL!