31 Ağustos 2020 Pazartesi

Hiroşima’nın barışı fısıldayan Ginkgo ağaçları

 



Barışı savaşmama hali olarak tanımlamak eksik kalır.

Savaşların sonrasında erişilen “barışta”,  güçlü olanın (haklı olanın anlamında değil) kazandığı şan, şeref, mal-mülk ne varsa tarih olarak yazılır da, kaybedenlerin yani halkın acıları, kaybettikleri söz konusu bile edilmez. Böylesi bir savaş-barış diyalektiği gerçekte bir sonraki savaşı ya da barışı taşır içinde. Günümüze kadar yansıyan sonuçlarına bakıldığında bunun somut örnekleri I. ve II. Dünya Savaşlarıdır.

1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgali ile başladığı kabul edilen II. Dünya Savaşı, 75 yıl önce ABD’nin Hiroşima’ya (6 Ağustos 1945) ve Nagazaki‘ye (9 Ağustos 1945) attığı iki atom bombasının yok ettiği 200 bine yakın insanla zirveye ulaşan dehşetle son buldu. Sonrasında          1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanılır oldu. Barışın en genel anlamıyla bireysel/kurumsal her alan ve ilişkide şiddetin olmaması olarak tanımlanması yerine, savaşmama hali olarak tanımlandığı sürece insanlık güvende olmayacaktır.

Tek kutuplu dünyada dehşet dengesinden kurtulduğumuza sevinemeden, emperyalizmin açgözlü düzeni içinde rekabet kavramı etik değerlerden yoksun ve yok etme esaslı olarak ülkeler, firmalar, kişiler arası yaşamın bütün ilişki ve alanlarına bir düşünce ve yaşama biçimi olarak yerleştirildi. Bu ideolojinin günümüzde insanlığı getirdiği nokta; nerede ise kaybedilmek üzere olan dünya doğası, yerel savaşlar, mülteci sorunu, eşitsizlik ve açlıktır. Bir örnek; Covit-19 salgını ile ilgili olarak,  Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. T.A. Ghebreyesus, “dünya genelindeki okulların yüzde 43'ünde su ve sabunla el yıkama imkanının bulunmamasının tahminen 818 milyon çocuğu olumsuz etkilemesinin okulların açılmasında başlıca engel" olduğunu söylüyor (DSÖ-UNICEF Ortak Raporundan).

İki kutuplu dünyanın dehşet dengesi sürerken her iki tarafta da barış isteyenler hain ilan edilip acılar çektirildi. Günümüzde de barışı şiddet karşıtlığı ile eş tutarak savunanlara egemen güçler hiç de farklı davranmıyorlar. Oysa ki doğanın yaşama gücü ve isteği bize en güzel dersleri veriyor. Örneğin, Hiroşima’ya atılan atom bombası sonrası şehir ve bitki örtüsü küle dönmüş, 200.000’e yakın insan ölmüştü. Buna karşın, yaklaşık 200-250 milyon yıllık geçmişleri ile son buzul çağından günümüze kalabilen ginkgo ağaçlarından yaklaşık 170’i toprağın altında kalıp kavrulmaktan kurtulan köklerinden yeniden doğarak atom bombasının tahribine karşı 75 yıldır direnmektedirler (Hibaku Jumoku – Yaşam Ağaçları).

1951'de Hiroşima Üniversitesi'nin ilk başkanı Avrupa, A.B.D ve Asya'daki üniversitelere gönderdiği mektuplarla kampüslerini ağaçlandırmak üzere tohum ve fide gönderilmesini istedi. Çünkü ona göre "Yeşil, canlılığın, umudun ve barışın rengiydi". Gelen tohum ve fidelerle bütün kampüs ağaçlandırıldı.

2011 yılında, BM Eğitim ve Araştırma Enstitüsü'nün (UNITAR) Hiroşima Ofisi'nin Direktörü Nassrine Azimi ve Tomoko Watanabe, 1951 deneyimini tersine çevirmeyi düşündüler. Yaşam Ağaçları tohumlarını botanik bahçeleri, üniversiteler ve ağaçlara ve barışa güçlü bağlılıkları olanlarla paylaşma fikrini gerçeğe dönüştürdüler. Hiroşima Barış Kültürü Vakfı ve Hiroşima Üniversitesi'nin desteğiyle UNITAR ve Asya Güven Ağı (ANT)’nın girişimiyle Hiroşhima’nın Yeşil Mirası - GLH projesi doğdu. Bu proje ile Hiroşimalılar bir barış mesajı olarak bu ağaçların tohumlarından üretilen fidanları dünya ile paylaşmaktadırlar.

Şu anda yaklaşık 30 ülkede bu tohumlardan üretilen Ginkgo ağaçlarının nazik yaprakları umudun dayanıklılığını, barış ve uzlaşmaya olan ihtiyacı, nükleer dehşetten arındırılmış, barış içinde daha ekolojik bir dünyanın mümkün olabileceğini insanlığa fısıldamaktadırlar. 

1 Eylül Dünya Barış Gününüz Kutlu Olsun!




Bu yazı herkese bilim teknoloji dergisi Sayı 231, 28 Ağustos 2020 yayınlanmıştır.

herkese bilim teknoloji dergisi  abone ol!
oku, okut!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder