Her karanlık dönem içinde, bu karanlıktan çıkmak için akıl yürüten ve eyleme geçen insanları da barındırır.
Orduların
yalnızca cenaze kaldırmaya yaradığı günlerden geçiyoruz. İtalya’daki görüntüler
İsmail Kadare’nin Ölü Ordunun Generali
romanındaki sahneleri çağrıştırıyor.
İnsanlık çevre, iklim değişikliği vb. bir noktadan darbe beklerken
‘görünmez’ bir varlık yaşamlarımızı altüst ediverdi. Dünyaya düzen veren
güçlerin çaresizliği dökülüverdi ortalığa. Şimdi ne güçlü orduları, ne dehşet
silahları ne de dünyaya nizam vermek için kullandıkları beyinleri işe yarıyor.
Karanlık Çağ
denilen ancak içinde insanlığın ilerlemesinin tohumlarını besleyen Ortaçağa
dönülecek vb. distopyaları dikkate
almadan geleceği nasıl kuracağımızı düşünmek daha anlamlı geliyor şu günlerde.
Zihinsel gücümüzün elindeki en iyi araç ise özeleştiri. Örneğin, yaşamın bir
proje olmadığını anlamak zorundayız. Yaşamın bütün alanları projeye
indirgenirken, her bir parçanın bir diğeri ile ilintisinin ve bir diğerini bütünleyiciliğinin
ıskalandığını görmek zorundayız. Ya da elindeki plastik kartla öğretilmiş tüketiciliğini tatmin için
sorumsuzca harcayıp tüketirken sömürüldüğünün bilincinde olmayan beyaz
yakalının bir gün o kartı neden dezenfekte etmek zorunda kaldığının yanıtını
bulması gerekiyor. Bütün sistemi, yönetim biçimlerini, ilişkileri, modelleri,
bireysel yaşamlarımızı eleştirinin ince süzgecinden geçireceğiz. Bu konuda şu
günlerde ne ad verilip, nasıl davranılacağı bilinemeyen 65 yaş üstü kuşağının
devlet aygıtıyla geçmişte öncelikle güvensizlik ve ‘değiştirme ve dönüştürme’
üzerine kurulu deneyimlerini özgüvenle tartışmaya açmaları özel bir değer
taşıyabilir.
Evrensel
bilginin çıktıları üstüne kat kat patent kilidi vurarak bilim ve teknolojiyi
pazara dökmenin şehvetine kapılan ideoloji, buna uygun olarak geliştirdiği dil
ve kavramlarla bilimi, entelektüel düşünceyi toplumdan koparıp insanı özne
olmaktan çıkarttı. Ezberleri bozma adına “entelektüel derinlik kaybolunca önüne
gelen[in] suya atladığı” bir ortamda bilinen bütün kavramların bağlamından
kopartılmasıyla istenilen dünya düzeninin önündeki düşünsel engeller de ortadan
kaldırılmış oldu. Bu bağlamda Metin Durgut hocam şöyle diyor “Mesele, henüz baş
edemeyeceğimiz ölçeklerde yeni dünya iddialarında bulunulması. Eski kurumlarla
yeni dünyaları inşa etmek aslında tarihte örnekleri olan bir merak. Küresel
sistemlerde para, enformasyon veya mal dolanabilir ama büyük ölçekli yapıların
istikrarı meseleleri ile baş edecek becerilerimiz henüz yok. Bu yapılarda değişim
kaosun kıyısında baş gösterdiğinde öğrenme ve yaratıcılık belirsizlikte
yitirilir. Durum çok ciddi ama bu sınavdan da çıkacağız. Kent halkı ve yerel
kurumların önemli roller üstleneceği bir dünya geliyor diyorum. Kentler akıl ve
ahlak için özgürlük isteyecekler, öyle olmalı. Bunu doğrudan demokrasinin
örneklerini bularak isteyecekler.”
Her karanlık
dönem içinde, bu karanlıktan çıkmak için akıl yürüten ve eyleme geçen insanları
da barındırır. Çıkışın süresi ve tahribatın büyüklüğü konusunda bir kestirimde
bulunmak güç olsa da akıl ve vicdan sahibi bu insanlar ulusal sınırları da
aşacak biçimde oluşturacakları ağyapılarla aklın, bilimin, geçmiş deneyimlerin
ve bugün yaşananlardan çıkartılan derslerin sağladığı olanaklarla eşitlik ve özgürlük talepleri üzerinden
yeni bir dünya kuracaklardır. Teleskobun
ucundan makro evreni, mikroskobun ucundan mikro evreni incelerken edinecekleri
bilgiler bu yolda yine en büyük zenginlikleri olacaktır.
Distopyalara
kulak tıkarken ütopyalarımızı dayandıracağımız ekonomik ve toplumsal
önermelerimizi dayanışma ile yeniden oluşturacağız. Yarının vicdanını oluşturma eylemimiz
umudumuzu besleyen en temel kaynağımız olacaktır. Bu kaynak umutlarımızı yaşama
geçirecek enerjiyi üretecektir.
Distopyaya
prim vermeden yeniden kuracağız!
Bu yazı herkese bilim teknoloji dergisi Sayı 211, 10 Nisan 2020 yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder