HBT
konferanslarının bu yılki konusu “merak”.
7 Aralık’ta yapılan ikinci oturumda Dr. Derya Gürses Tarbuck’ın moderatörlüğünde,
Prof. Dr. Türker Kılıç ve ben “İnsanlığın ve uygarlığın itici gücü, varoluş
biçimi olarak” merak kavramını irdeledik. Bu oturumdaki bazı düşüncelerimi
sizlerle de paylaşıyorum.
Merak bildiklerimizden hareketle anlamlı sorular
sorarak başlattığımız bir süreçtir. Bu süreçte yeterince üzerinde düşünülmemiş
ve gözden geçirilmemiş sorular sorunludur.
Merak, tutarlı bir sistem altında bilmeye ve dünyayı keşfetmeye
yöneldiğinde anlam kazanmakta bir başka deyişle “bilime” evrilmektedir. “İyi
bir soru, birkaç yanıt katmanı doğurabilir, onlarca yıl sürecek çözüm
arayışlarını esinleyebilir, bütünüyle yeni merak alanları açabilir ve yerleşik
düşüncede değişiklikler oluşturabilir. Öte yandan yanıtlar, çoğunlukla süreci
sona erdirir”[1]
Bilgi
birikiminin yanı sıra sezgi ve duygularıyla “ne işime yarayabilir” sorusu
meraktan buluşa giden yolu açmış olabilir. Bu soruyu ilk soranlar aynı zamanda
mühendisliğin yolunu da açmış olabilirler. Mühendislik açısından merakı bir
süreç olarak irdeleyebilir miyiz? Çünkü bildiklerimizin tetiklediği meraklardan
kaynaklanan sorular sorarak bir bilimsel süreci veya buluş sürecini başlatabiliriz.
Bizi motive eden bilmediklerimizdir.
Merak sürecinde bir sonuca varmak isteniyorsa merak edilen şeyle ilgili
bir hipotezin oluşturulması gerekir. Sonra da bu hipotezin doğrulanması veya
yanlışlanması yani deney yapılması. Aslında hipotezin oluşturulmasında
bildiklerimizden, önceki bilgi birikimimizden ve teorilerden yararlanıyoruz.
Örneğin Edison elektriği bir aydınlatma aracına dönüştürme fikrine (merakına)
hiçbir şey bilmeden varamazdı. Bildiklerini bir araya getirdiğinde
olabilirliğini gördüğü bir “merakın” peşinden gitti. Bu sürecin çıktısı nedir?
Bir keşif olabilir. Olmayabilir de. Olmaz ise bütünüyle başarısızlık mıdır?
Hayır. Çünkü baştan doğru sorular sorulmuş ise her durumda bir çıktı olacaktır.
Bu çıktının değerini belirleyen yeni bilinmeyen alanlar, yeni sorulardır.
İlk konferansta
Sayın Bursalı’nın “Merak rasyonel olarak
ölçülebilir mi?” sorusuna Tevfik Uyar arkadaşımız merakın ölçülebilir
olduğunu savunarak “öğrenmek amacıyla bedel ödemeye hazır olmak” olarak
tanımlayıp merakın “harcanan bedel” üzerinden ölçülebileceğini söylemiş. Ben de
merakın katma değer üzerinden
ölçülebileceğini söyleyeceğim. Katma değeri nasıl hesaplayacağız? Örneğin,
merakın katma değerinin a)
odaklandığı ve etkilediği alanlarda (jenerik etki denilebilir) doğurduğu yeni
sorular ve açtığı araştırma alanlarının sayısı ve niteliği, b) süregitme süresi yani yeni sorular
veya meraklar doğuramayacağı noktaya kadar geçen süre (sorunun yanıtının
bulunması) ve c) tahrip edeceği
önceki bilgi birikimi ve ortadan kaldıracağı inanç alanları gibi ölçütlerle
kurulacak bir model üzerinden ölçülmesi denenebilir. Bu nedenlerle olsa gerek
ki “Nobel komitesi de ödül atıflarında genellikle ‘yeni bir alan açtığı’, ‘bir
alanı dönüştürdüğü’ ya da ‘alanı yeni ve beklenmedik doğrultulara soktuğu’ için
[adayları] onurlandırır” (a.g.e).
Son
olarak, bilimin esas olarak kamu kaynaklarıyla yapılmakta olduğundan hareketle,
bilimi yönlendiren merak alanlarının önceden belirlenmesi (planlanması,
özendirilmesi vb.) anlamlı mıdır? İnsanlığın karşı karşıya olduğu başta çevre
felaketleri ve iklim değişikliği, eğitime, sağlığa genel olarak refah
kaynaklarına erişimde yaşanan eşitsizlikler, yaşlanma vb. sorunlar karşısında “merak
yönlendirilmeli midir?” yanıtlanması gereken bir soru olarak
önümüzde durmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder