Bilim insanlarımızı anlatan kitaplar
İktidara
geldiği ilk günden itibaren kurumları ele geçirmeyi ilke edinen anlayış Türkiye
Bilimler Akademisi’ni de (TÜBA) atlamamış ve 2011’de özerk yapısını ortadan
kaldırmıştır. Buna tepki olarak bağımsız bir akademi yapısında kurulan Bilim
Akademisi, bilimi topluma anlatmaya çalışıyor. Bilim Akademisi’nin bu
bağlamdaki ilk yayını, “Bilimin Öncü Kadını Remziye Hisar, Yayına hazırlayan:
M. Ali Alpar, T. İş Bankası – Bilim Akademisi, Şubat 2019.” oldu.
Kitabın
arka kapak tanıtımında Remziye Hisar’ın ilklerle dolu yaşamı için “Osman
Hamdi’den sonra bu toprakların ilk doktoralı ismi… Üstelik bu çalışmasını
Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde iki çocuklu [biri ünlü fizikçimiz Feza Gürsey
1921 – 1992] yalnız bir anne olarak tamamlamış bir kadın… Türkiye’nin ilk
kimyageri… 1933 Üniversite Reformu’ndan sonra İstanbul Üniversitesi’nde göreve
başlayan ilk dört kadın doçentinden biri… yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin fen
alanında Fransız Lègion d’honneur
nişanı verilen ilk akademisyeni…” deniliyor. 1992’de ölümünden kısa bir süre
önce Bilim Akademisi Başkanı M. Ali Alpar’ın Remziye Hisar’la yaptığı
söyleşinin tam metninin yer aldığı kitapta olanaksızlıklarla, engellemelerle
(27 yıl beklenen profesörlük ünvanı!) dolu ancak bir o kadar da “Kendine güven
ve inatla, yaratıcı zekasıyla ve çok çalışıp didinerek, Türkiye’de kendi
neslinde öncesi olmayan bir işi, araştırmayı, akıntıya karşı tek başına
sürdürmeyi, özgün sonuçlarını yayınlayarak dünyaya duyurmayı başarmış bir büyük
insan[ın].” örnek yaşamını 63 sayfalık adeta edebi bir dille yazılmış bu kısa
kitaptan okumak kariyerlerinin başındaki bilim insanlarımıza ışık tutacaktır.
Pek
çok bilim dalında laboratuvarlar soruların yanıtlarının arandığı, günler
geceler boyu süren deneylerin yinelendiği, umutların ve umutsuzlukların
yaşandığı, hipotezlerin doğrulanmaya çalışıldığı bilimsel bilginin üretilme
sürecinin kutsal ortamlarıdır. Bilimsel bilgi üretiminin sürekliliği ve
birikimli karakteristiğinin geçmişle bağı nedeniyle bu ortamların aynı
zamanda “bilim tarihinin” yazıldığı
yerler olduğunu kişisel bilim serüveni bağlamında ülkemizin bilim tarihine de
ışık tutacak şekilde anlatıyor Prof. Dr. Reşit Canbeyli “YÖK’ün Gölgesinde,
Bilim Tarihi Işığında BİR LABORATUVAR, BÜ Yayınevi, 2016” kitabında. Kitap
“bilim tarihi bağlamında laboratuvar ve bilim geleneği, bu gelenek ve dinamik
içinde mütevazı bir laboratuvarın ortaya çıkışı ve bu laboratuvarın kurucusunun
kısa da olsa kendi öyküsü[nü] (Önsöz’den)” üçlü bir sarmal biçiminde sunuyor.
Canbeyli’nin “Galileo’nun dediği gibi doğanın dili olan matematik, insanın
kendi dili ve insan dahil canlıların sergiledikleri davranış dili”ni çalışılmaya
değer bulması, Columbia Üniversitesi’ndeki kimya mühendisliği eğitimi
sonrasında psikoloji alanında doktora yapmasına neden olmuş. 1976’da geldiği
Boğaziçi Üniversitesi’nde ise ilk yaptığı iş bir laboratuvar kurmaya girişmek
olmuş.
Kitapta
Darulfünün’dan başlayarak üniversitelerimizin durumunun başarıyla resmedilmesi
ancak duyarlı, bilimsel özerkliğe inanan ve bilim etiğine sahip bir bilim
adamının başarabileceği yetkinlikte. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası kurulan ve
hâlâ varlığını sürdüren YÖK nedeniyle 1982’den başlayarak 12 yıl süreyle
üniversiteden uzak kalan Canbeyli’nin yolu Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi ile
de kesişmiş. 1993 sonunda bu kez Boğaziçi’ne Psikobiyoloji Laboratuvarı kurmak
üzere dönmüş.
Kitabı
değerli kılan laboratuvarların bilim yapmadaki öneminin, araştırma konusunda
asıl sorunun altyapı değil üstyapı (zihniyet) olduğunun ve en önemlisi YÖK’ün
süregitmesinin asıl nedeninin ülkemizdeki akademisyenlerin özerk ve özgür bir
üniversite kavramına yeterince sahip çıkmadıkları gerçeğini dile getirmesidir.
“Genç
bilimcilere bilim heyecanını, tutkusunu ve hatta kuşkusunu aşılamakta”
kesinlikle okunması gereken kitaplar.
Bu yazı herkese bilim teknoloji dergisinin 30Ağustos 2019, Sayı: 179'da yayınlanmıştır.
OKUYUNUZ ... OKUTUNUZ ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder