Yerel
yönetimlerden kentli haklarına -II
“Yasalar kent yapımıdır. Köylerin töreleri
vardır.”
30
Maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi BM Genel Kurulu'nda 10 Aralık
1948'de kabul edilmiştir. İnsanlığın ulaştığı uygarlık aşamasında Bildirge’nin
tamamının uygulanabildiğini söylemek güçtür. AB uyumu uğruna valilik ve
kaymakamlıkların web-sayfalarında insan hakları başlığı yer alsa da ülkemizdeki
uygulamaların pek parlak olmadığı bilinen bir gerçeğimizdir. İnsan haklarının
yaşama geçirilebilmesi eşitliği, özgürlüğü, yaşam, eğitim, örgütlenme vb.
haklarını bence özetle insanlığın mutluluğunu sağlayacağı için önemlidir.
İnsan
hakları ile yerel yönetimler arasında bir ilişki kurulabilir mi? Merkezi
yönetimlere göre halka çok daha yakın olmaları ve “doğum öncesinden ölüm
sonrasına kadar” bütün süreçlerde iç içe yaşanıyor ve “hizmet” alınıyor olması,
yerel yönetimler ve halk ilişkisini demokrasi-haklar-hizmetler bağlamında daha
da önemli kılmaktadır.
Bu
ilişkinin verimliliğini, katılımını, kalitesini ve sonuçta toplumsal mutluluğu
arttırmayı hedefleyen bir modelin hiç olmazsa satır başlarını oluşturmaya
çalışalım. Elbette burada yazılacak olanlar bir uzmanın görüşleri veya hiç
düşünülmemiş şeyler olmayabilir. Ancak öyle görülüyor ki son yılların her
alandaki tahribatı ancak akılların bir araya getirilmesi ve yeniden inşa ile
aşılabilecektir.
Bir Karar Modeli denemesi
Merkezi yönetimlere göre
halka çok daha yakın olmaları ve “doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar” bütün
süreçlerde iç içe yaşanıyor ve “hizmet” alınıyor olması, yerel yönetimler ve halk ilişkisini
demokrasi-haklar-hizmetler bağlamında daha da önemli kılmaktadır.
Kentlileşme bir “başkalaşma” sürecidir. Bu
sürece vatandaşlaşma da denilebilir. Bu süreçte kentte yaşayanlar “kent yapımı”
yasalara uyarlarken daha da önemlisi, İnsan Hakları Beyannamesi’nden
kaynaklanan haklarının bilincine varabilir ve onlara sahip çıkıp korumayı
öğrenebilirler. Geçmiş yüzyılların çok zorlu insan hakları mücadelelerine
bakıldığında bunun öyle pek de kolay olmayacağı çok açıktır. Hele tek başına
neredeyse hiç. Konumuz bağlamında yerel yönetimlere bu konuda düşen görevler
nelerdir? Belki bir önceki soru “neden görev edinmelidirler ki?” olmalıdır.
Buna en basit yanıt vatandaşlaşma sürecine katkıda bulunmaları ve birlikte
yöneterek halkın mutluluğunu sağlamaları olabilir mi? Bu yanıtın görev olarak
karşılığı “haklara
saygı gösterme, hakları koruma ve hakların kullanılmasını sağlama”
temelinde bir yönetim stratejisinin oluşturulması olarak ilkeselleştirilebilir.
“İnsan hakları şehirleri”
kurulmasının amaçlanması insanımızın hak ettiği evrensel değerin karşılığı
olabilir mi?
Yaşamımızın
konforunu arttıracak yeni hizmetlerin talep edilip vatandaş gözüyle
tasarlanması, var olanların iyileştirilmesi bizi “katılımcılığa” getirecektir.
Yerel
yönetimler karar süreçlerinde “hakları” referans alırlarsa adil, tarafsız, eşit
davranarak kaynaklarını doğru kullanabilirler mi? Bu amaçla İnsan Hakları Beyannamesi İlgili
Hakları ve/veya Avrupa Kentsel
Şartı İlkeleri kullanılabilir mi? Bu
model, kentlilerin – vatandaşların kendi yarattıkları kaynakları
kullanmalarını, hizmet aldıkları otoritelerle “hak” temelli ilişkiler
kurmalarını esas almaktadır. Kurulacak kentli-vatandaş,
yerel yöneticiler, sivil toplum örgütleri vb. birlikteliklerde sürtüşmeleri
giderici, yenilikçi çözümler üretmek üzere akıllarımızı birleştirerek “insan hakları
şehirleri” kurulması için çabalamaya değmez mi?
Bu
model her bir Karar Konusu için ayrı ayrı çalıştırılabilir. Örneğin;
• Kadın
güvenli kent
• Çocuk
güvenli kent
• Yaya öncelikli
kent
•
…..
Ya da
daha genel olarak Dünya Kent Hakkı Şartı tanımıyla:
«kentlerin
sürdürülebilirlik, demokrasi, hakkaniyet ve sosyal adalet ilkeleri
doğrultusunda adil bir şekilde kullanılması» esas alınabilir.
Yerel yönetimler kalkınma ilişkisi -III
Yerel
yönetimlerin kurumsal kapasiteleri yükseltilmelidir!
Önceki yerel seçimler döneminde de o zamanki
Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de bir dizi yazı yayınlamışım. Örneğin “Yerel Yönetimlerde Yenilikçilik (CBT
13.12.2013) başlıklı yazımda, “çağdaş kentsel sorunlar büyük kentlerde,
büyüme ve farklılıkların yönetilmesi ve küçük yerleşimlerde doğal kaynaklardan
yerel ekonomiyi güçlendirecek bilgi ekonomisine yönelme olarak kendini
göstermektedir. Bu gelişimler karşısında yerel yönetimlerin öncelikle kurumsal
kapasitelerini arttırmaları[nı] gözeten bir strateji geliştirmeleri beklenir… Sonuç olarak; kentin fiziki varlığı ile insan varlığının, yaratıcı ve
yenilikçi yaklaşımlarla, sosyal, sanatsal ve kültürel faaliyetler ve nitelikli hizmetler oluşturmak üzere bir araya
getirilmesinin siyasa ve araçlarının oluşturulması biçiminde
özetleyebileceğimiz bir yönetim anlayışının kent yönetimlerine hakim olmasını
talep ediyorum. Katılır mısınız?” demişim.
Geçen beş yıl ve projecilik illeti
Geçen
beş yıl içinde yönetim yapımızdaki geriye gidiş esaslı köklü değişimin
beslediği yönetim beceriksizliğinin ve boşluğunun da etkisi ile yerel ve
bölgesel kalkınma konularıyla ilgilenen belediyelerin sayısı artmaktadır. Tekil
veya modele dayalı başarılı örnekler dünyada da görülmektedir. Ülkemizde ortaya
çıkan örneklerin bütünsel bir kalkınma bakış açısına sahip olduğunu
söyleyebilmek zordur. Bu durumda, artarak merkezileşen yönetim anlayışından
kaynaklanan ve süregiden idari belirsizliğin yanı sıra yerel yönetimlerin görev
sınırlarının da payı vardır.
Yine de
başarı örnekleri ve yerel dinamiklerin kalkınma alanında artan önemleri yerel yönetimler kalkınma ilişkisini ele
almayı gerektiriyor. Son iki yazımda bu konuyu sınırlı araç ve yöntem
önerilerini örnekleyerek tartışmaya çalışacağım.
Sosyal yenilikle katılım
Her bir
yerel yönetim bölgesi aynı zamanda üretim yapılan ve artı değer yaratılan bir
ekonomik bölgeyi de tanımlamaktadır. Bununla ilgili olarak yönetmenliği
8.10.2016’da yayınlanan Kent
Konseyleri’nin görevi “Yerel düzeyde demokratik katılımın
yaygınlaştırılmasını, hemşehrilik hukuku
ve ortak yaşam bilincinin geliştirilmesini, çok ortaklı ve çok aktörlü
yönetişim anlayışının benimsenmesini sağlamak” olarak tanımlanmaktadır. Buna
göre yerelde demokrasinin inşası ve sosyal
yenilikle birleştirilerek katılımcı yönetimin başarılı örnekleri verebilir.
Ancak şu ana kadarki uygulama çok sınırlı birkaç örnek dışında bu önemli aracın
belediye başkanlarınca kullanılmak istenmediğini göstermektedir. Kent
Konseylerini, semt konseylerine hatta mahalle konseylerine yaygınlaştırarak
yenilikçi bir örgütlenme ve karar mekanizması oluşturmak neden denenmesin? Böylece
“başkanlar” kentin yaratıcı gücünü halktan
yana uygulamalara dönüştürme, birlikte iş yapmanın etkin araçlarını oluşturma
fırsatını yakalayabilirler.
Kır – Kent ilişkisi ve yerel yönetimlerin
rolü
30.000
köyün mahalleleştirilerek belediyelerin sınırları içine alınması ile köylerin
belediye hizmetlerinden yararlanabilmelerinin yolu açılmış gibi görünse de
uygulama pek çok köyün merasını kaybetmesi, asfaltlanan köy yolları karşılığı
arazilerinin kolayca ranta açılmasıyla sonuçlanmış ve tarımsal yetkinliklerini
kaybeden kırsal kesimden kente göç de ivmelenmiştir.
Bu olumsuzluk yenilikçi
yaklaşımlarla yerel yönetimler için fırsata dönüştürülebilir mi? Örneğin,
kentlere yakın kırsal kesimin kalkınması da düşünülerek yerel yönetimlerin
desteği ile kentlerin yakın çevresinde “tarımsal
üretim arka bahçeleri” oluşturulabilir mi? Merkezinde kooperatif tipi
yapıların olduğu, kırsalın, doğanın korunduğu, tarım ve hayvancılığın ekonomik
uzaklıklar içinde sürdürülebildiği, tarımsal üretimin katma değerini arttıracak
yatırımların teşvik edildiği, bilimsel dağıtım ağları ile üretim zincirlerine
bağlanmış bir “üretim modeli”.
Elbette yerel yönetimlerin bölgesel kalkınma yetkinliklerine ve planlama
becerilerine kavuşması koşulu ile. Devam
edeceğiz…
Yerel kalkınma yerel yönetimlerin de
görevidir -IV
Şu
andaki ülke yönetiminin kentler üzerindeki hakim ideolojisini oluşturan
“kentsel rant” yaratma yaklaşımı bütün ülkeyi moral ve üretim ahlakı yönünden
kemirmektedir. Her bir yerleşim biriminin önce üreterek ayakta kalabileceği
yerel yönetimlerce ilkesel olarak benimsenmelidir. Her türlü üretim faaliyeti
ve üretime dayalı kentli önerisi yerel yönetimlerin dikkatinde ve gündeminde
olmalıdır. Hemen tamamı muhalefet yerel yönetimlerince başarılan örneklerin
zaafı, başkanla sürdürülebilir olması, tekrarlanabilirliğini sağlayacak
modellemelere dönüştürülememesidir. Yerel kalkınma temel bir işlev olarak yerel
yönetimlerin görevi olmalıdır. Yerel yetkinliklerin yenilikçilik yaklaşımı ile
yeni ürünlere dönüştürülerek pazara çıkması için başta kooperatifçilik olmak
üzere katılımcı ve paylaşımcı araçları örgütlemek üzere yerel yönetimlerde
oluşturulacak kalkınma birimleri,
“akıllı uzmanlaşma – smart specialisation” gibi yenilikçi kalkınma modellerinden de
yararlanarak yerel dinamikleri harekete geçirebilir.
Kalkınma ajansları yerel yönetimlere
Kuruluş
amaçlarını gerçekleştiremeyen ve giderek işlevsizleşen kalkınma ajansları
üzerine yerel yönetimlerce geliştirilecek bölgesel kalkınma işlevi ekseninde
yeni bir modelleme yukarıda sözü edilen kalkınma birimlerinin güçlü bir
altyapısına dönüştürülebilir.
Büyük kentlerde ağırlaşan yaşam
koşullarından, artan sömürüden, yükselen hizmet bedellerinden bunalan yüksek
nitelikli işgücü, bölgesel kalkınmalarını yerel kaynak ve yetkinliklere
dayandırarak oluşturmak isteyen yerel yönetimler için bölgelerine çekilmesi
gereken bir kaynak olarak düşünülmelidir. Oluşturulacak uygun yaşam ve çalışma
koşulları, bilgiye ve deneyime saygı, paylaşılan idealler bu kaynaktan
yararlanmak için öncelikli koşullardır. Oluşturulacak yüksek nitelikli beyin göçü ile bölgenin kaynakları
katma değer yaratacak yenilikçi ürünlere dönüştürülebilir.
Teknoparklar, kuluçkalıklar, risk sermayesi
ve yerel yönetimler
Kentin
bilgi ve moral gücünü arkasına alabilmek için birincisi, kentin entelektüel
gücünü harekete geçirebilmek, ikincisi benbilirimcilikten uzak durarak talep ve
moral gücünü temsil eden kentlilerin ne düşündüğüne kulak vermek ve kendilerini
ifade edebilecek katılım araçlarını oluşturabilmek.
Üniversitelerin
yanı sıra sayıları giderek artan teknoloji geliştirme bölgeleri, teknoparklar,
kuluçkalıklar, endüstriyel Ar-Ge merkezleri kentin yenilikçi teknoloji, ürün ve
hizmet üretme kaynaklarıdır. Taşıdıkları potansiyel nedeniyle - şu anki
işlevsellikleri ve verimlilikleri bir yana – bölgesel kalkınma bağlamında yerel
yönetimlerin ilgi alanlarına girmelerini gerektirmektedir. Söz konusu kapasitenin
yerel, toplumsal ve sosyal sorunların çözümlenmesine yenilikçi yaklaşımlar
geliştirmek üzere yönlendirilmesi için yerel yönetimlerin konuyu mutlaka
gündemlerine almaları ve bu kapasiteyi zorlamaları gerekmektedir. Neden yerel
yönetimler de bölgesel risk sermayesi
oluşturmaya öncülük etmesinler, kuluçkalıklar, iş geliştirme merkezleri
oluşturmasınlar? Başarılı filiz-firmalara ortak olmasınlar? Kalkınma birimleri
içinde oluşturulacak kentsel
yenilikçilik birimleri bölgenin bilgi varlığını ve bilgiye dayalı dış
işbirliklerini oluşturma işlevine sahip olabilirler. Burada kaçınılması gereken
“benbilirimci başkanlar” ile popülist yaklaşımlardır. Öncelikle “öğrenmekle” başlanılması ve
profesyonel destekler alınarak bölge özelinde modeller geliştirilmesi ve
sabırlı olunması gerekmektedir.
Değerlendirme
Belediyecilik
günümüzde hiyerarşiye göre ilginçten başlayıp çılgına kadar uzanan projeciliğe
dayandırılmaktadır. “Her şeyi bilen başkan ve ekibinin” projelerinin değeri ise
yaratacağı ve dağıtılabilir rantla ilişkilendirilmektedir. Dört yıl erimli
bakış açısı nedeniyle, kısa sürede sonuç alınabilecek projeler tercih
edilmektedir. Oysaki projeden önce uygulanacak politikalar ve ilkeler
gelmelidir.
Bugünkü koşullarımızı esas
aldığımızda yerel yönetim dünyamızda karşılığı olmayan konular olarak
görülebilecek dört yazıda yer alan başlıklara pek çoklarının eklenebileceği
açıktır. Zaten bizler de “başkan” olmak değil de geleceği inşa hazırlığı içinde
bilgi peşinde koşanlar için yazmaktayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder