16 Mart 2019 Cumartesi

KENT YAZILARI ıı - ııı -ıv




Yerel yönetimlerden kentli haklarına -II
Yasalar kent yapımıdır. Köylerin töreleri vardır.”

30 Maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi BM Genel Kurulu'nda 10 Aralık 1948'de kabul edilmiştir. İnsanlığın ulaştığı uygarlık aşamasında Bildirge’nin tamamının uygulanabildiğini söylemek güçtür. AB uyumu uğruna valilik ve kaymakamlıkların web-sayfalarında insan hakları başlığı yer alsa da ülkemizdeki uygulamaların pek parlak olmadığı bilinen bir gerçeğimizdir. İnsan haklarının yaşama geçirilebilmesi eşitliği, özgürlüğü, yaşam, eğitim, örgütlenme vb. haklarını bence özetle insanlığın mutluluğunu sağlayacağı için önemlidir.
İnsan hakları ile yerel yönetimler arasında bir ilişki kurulabilir mi? Merkezi yönetimlere göre halka çok daha yakın olmaları ve “doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar” bütün süreçlerde iç içe yaşanıyor ve “hizmet” alınıyor olması, yerel yönetimler ve halk ilişkisini demokrasi-haklar-hizmetler bağlamında daha da önemli kılmaktadır.
Bu ilişkinin verimliliğini, katılımını, kalitesini ve sonuçta toplumsal mutluluğu arttırmayı hedefleyen bir modelin hiç olmazsa satır başlarını oluşturmaya çalışalım. Elbette burada yazılacak olanlar bir uzmanın görüşleri veya hiç düşünülmemiş şeyler olmayabilir. Ancak öyle görülüyor ki son yılların her alandaki tahribatı ancak akılların bir araya getirilmesi ve yeniden inşa ile aşılabilecektir.


Bir Karar Modeli denemesi
Merkezi yönetimlere göre halka çok daha yakın olmaları ve “doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar” bütün süreçlerde iç içe yaşanıyor ve “hizmet” alınıyor olması, yerel yönetimler ve halk ilişkisini demokrasi-haklar-hizmetler bağlamında daha da önemli kılmaktadır.

 Kentlileşme, insan hakları ve yerel yönetimler
Kentlileşme bir “başkalaşma” sürecidir. Bu sürece vatandaşlaşma da denilebilir. Bu süreçte kentte yaşayanlar “kent yapımı” yasalara uyarlarken daha da önemlisi, İnsan Hakları Beyannamesi’nden kaynaklanan haklarının bilincine varabilir ve onlara sahip çıkıp korumayı öğrenebilirler. Geçmiş yüzyılların çok zorlu insan hakları mücadelelerine bakıldığında bunun öyle pek de kolay olmayacağı çok açıktır. Hele tek başına neredeyse hiç. Konumuz bağlamında yerel yönetimlere bu konuda düşen görevler nelerdir? Belki bir önceki soru “neden görev edinmelidirler ki?” olmalıdır. Buna en basit yanıt vatandaşlaşma sürecine katkıda bulunmaları ve birlikte yöneterek halkın mutluluğunu sağlamaları olabilir mi? Bu yanıtın görev olarak karşılığı “haklara saygı gösterme, hakları koruma ve hakların kullanılmasını sağlama” temelinde bir yönetim stratejisinin oluşturulması olarak ilkeselleştirilebilir. “İnsan hakları şehirleri” kurulmasının amaçlanması insanımızın hak ettiği evrensel değerin karşılığı olabilir mi?
Yaşamımızın konforunu arttıracak yeni hizmetlerin talep edilip vatandaş gözüyle tasarlanması, var olanların iyileştirilmesi bizi “katılımcılığa” getirecektir.
Yerel yönetimler karar süreçlerinde “hakları” referans alırlarsa adil, tarafsız, eşit davranarak kaynaklarını doğru kullanabilirler mi?  Bu amaçla İnsan Hakları Beyannamesi İlgili Hakları ve/veya Avrupa Kentsel Şartı İlkeleri kullanılabilir mi?  Bu model, kentlilerin – vatandaşların kendi yarattıkları kaynakları kullanmalarını, hizmet aldıkları otoritelerle “hak” temelli ilişkiler kurmalarını esas almaktadır.  Kurulacak kentli-vatandaş, yerel yöneticiler, sivil toplum örgütleri vb. birlikteliklerde sürtüşmeleri giderici, yenilikçi çözümler üretmek üzere akıllarımızı birleştirerek insan hakları şehirleri” kurulması için çabalamaya değmez mi?
Bu model her bir Karar Konusu için ayrı ayrı çalıştırılabilir. Örneğin;
      Kadın güvenli kent
      Çocuk güvenli kent       
      Yaya öncelikli kent
      …..
Ya da daha genel olarak Dünya Kent Hakkı Şartı tanımıyla:
«kentlerin sürdürülebilirlik, demokrasi, hakkaniyet ve sosyal adalet ilkeleri doğrultusunda adil bir şekilde kullanılması» esas alınabilir.


Yerel yönetimler kalkınma ilişkisi -III
Yerel yönetimlerin kurumsal kapasiteleri yükseltilmelidir!
Önceki yerel seçimler döneminde de o zamanki Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de bir dizi yazı yayınlamışım. Örneğin “Yerel Yönetimlerde Yenilikçilik (CBT 13.12.2013) başlıklı yazımda, “çağdaş kentsel sorunlar büyük kentlerde, büyüme ve farklılıkların yönetilmesi ve küçük yerleşimlerde doğal kaynaklardan yerel ekonomiyi güçlendirecek bilgi ekonomisine yönelme olarak kendini göstermektedir. Bu gelişimler karşısında yerel yönetimlerin öncelikle kurumsal kapasitelerini arttırmaları[nı] gözeten bir strateji geliştirmeleri beklenir… Sonuç olarak; kentin fiziki varlığı ile insan varlığının, yaratıcı ve yenilikçi yaklaşımlarla, sosyal, sanatsal ve kültürel faaliyetler ve nitelikli hizmetler oluşturmak üzere bir araya getirilmesinin siyasa ve araçlarının oluşturulması biçiminde özetleyebileceğimiz bir yönetim anlayışının kent yönetimlerine hakim olmasını talep ediyorum. Katılır mısınız?” demişim.
Geçen beş yıl ve projecilik illeti
Geçen beş yıl içinde yönetim yapımızdaki geriye gidiş esaslı köklü değişimin beslediği yönetim beceriksizliğinin ve boşluğunun da etkisi ile yerel ve bölgesel kalkınma konularıyla ilgilenen belediyelerin sayısı artmaktadır. Tekil veya modele dayalı başarılı örnekler dünyada da görülmektedir. Ülkemizde ortaya çıkan örneklerin bütünsel bir kalkınma bakış açısına sahip olduğunu söyleyebilmek zordur. Bu durumda, artarak merkezileşen yönetim anlayışından kaynaklanan ve süregiden idari belirsizliğin yanı sıra yerel yönetimlerin görev sınırlarının da payı vardır.
Yine de başarı örnekleri ve yerel dinamiklerin kalkınma alanında artan önemleri yerel yönetimler kalkınma ilişkisini ele almayı gerektiriyor. Son iki yazımda bu konuyu sınırlı araç ve yöntem önerilerini örnekleyerek tartışmaya çalışacağım.
Sosyal yenilikle katılım
Her bir yerel yönetim bölgesi aynı zamanda üretim yapılan ve artı değer yaratılan bir ekonomik bölgeyi de tanımlamaktadır. Bununla ilgili olarak yönetmenliği 8.10.2016’da yayınlanan Kent Konseyleri’nin görevi “Yerel düzeyde demokratik katılımın yaygınlaştırılmasını, hemşehrilik hukuku ve ortak yaşam bilincinin geliştirilmesini, çok ortaklı ve çok aktörlü yönetişim anlayışının benimsenmesini sağlamak” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre yerelde demokrasinin inşası ve sosyal yenilikle birleştirilerek katılımcı yönetimin başarılı örnekleri verebilir. Ancak şu ana kadarki uygulama çok sınırlı birkaç örnek dışında bu önemli aracın belediye başkanlarınca kullanılmak istenmediğini göstermektedir. Kent Konseylerini, semt konseylerine hatta mahalle konseylerine yaygınlaştırarak yenilikçi bir örgütlenme ve karar mekanizması oluşturmak neden denenmesin? Böylece “başkanlar” kentin yaratıcı gücünü halktan yana uygulamalara dönüştürme, birlikte iş yapmanın etkin araçlarını oluşturma fırsatını yakalayabilirler.
Kır – Kent ilişkisi ve yerel yönetimlerin rolü
30.000 köyün mahalleleştirilerek belediyelerin sınırları içine alınması ile köylerin belediye hizmetlerinden yararlanabilmelerinin yolu açılmış gibi görünse de uygulama pek çok köyün merasını kaybetmesi, asfaltlanan köy yolları karşılığı arazilerinin kolayca ranta açılmasıyla sonuçlanmış ve tarımsal yetkinliklerini kaybeden kırsal kesimden kente göç de ivmelenmiştir.
Bu olumsuzluk yenilikçi yaklaşımlarla yerel yönetimler için fırsata dönüştürülebilir mi? Örneğin, kentlere yakın kırsal kesimin kalkınması da düşünülerek yerel yönetimlerin desteği ile kentlerin yakın çevresinde “tarımsal üretim arka bahçeleri” oluşturulabilir mi? Merkezinde kooperatif tipi yapıların olduğu, kırsalın, doğanın korunduğu, tarım ve hayvancılığın ekonomik uzaklıklar içinde sürdürülebildiği, tarımsal üretimin katma değerini arttıracak yatırımların teşvik edildiği, bilimsel dağıtım ağları ile üretim zincirlerine bağlanmış bir “üretim modeli”. Elbette yerel yönetimlerin bölgesel kalkınma yetkinliklerine ve planlama becerilerine kavuşması koşulu ile.  Devam edeceğiz…



Yerel kalkınma yerel yönetimlerin de görevidir -IV
Şu andaki ülke yönetiminin kentler üzerindeki hakim ideolojisini oluşturan “kentsel rant” yaratma yaklaşımı bütün ülkeyi moral ve üretim ahlakı yönünden kemirmektedir. Her bir yerleşim biriminin önce üreterek ayakta kalabileceği yerel yönetimlerce ilkesel olarak benimsenmelidir. Her türlü üretim faaliyeti ve üretime dayalı kentli önerisi yerel yönetimlerin dikkatinde ve gündeminde olmalıdır. Hemen tamamı muhalefet yerel yönetimlerince başarılan örneklerin zaafı, başkanla sürdürülebilir olması, tekrarlanabilirliğini sağlayacak modellemelere dönüştürülememesidir. Yerel kalkınma temel bir işlev olarak yerel yönetimlerin görevi olmalıdır. Yerel yetkinliklerin yenilikçilik yaklaşımı ile yeni ürünlere dönüştürülerek pazara çıkması için başta kooperatifçilik olmak üzere katılımcı ve paylaşımcı araçları örgütlemek üzere yerel yönetimlerde oluşturulacak kalkınma birimleri, “akıllı uzmanlaşma – smart specialisation” gibi yenilikçi kalkınma modellerinden de yararlanarak yerel dinamikleri harekete geçirebilir.
Kalkınma ajansları yerel yönetimlere
Kuruluş amaçlarını gerçekleştiremeyen ve giderek işlevsizleşen kalkınma ajansları üzerine yerel yönetimlerce geliştirilecek bölgesel kalkınma işlevi ekseninde yeni bir modelleme yukarıda sözü edilen kalkınma birimlerinin güçlü bir altyapısına dönüştürülebilir.
Büyük kentlerde ağırlaşan yaşam koşullarından, artan sömürüden, yükselen hizmet bedellerinden bunalan yüksek nitelikli işgücü, bölgesel kalkınmalarını yerel kaynak ve yetkinliklere dayandırarak oluşturmak isteyen yerel yönetimler için bölgelerine çekilmesi gereken bir kaynak olarak düşünülmelidir. Oluşturulacak uygun yaşam ve çalışma koşulları, bilgiye ve deneyime saygı, paylaşılan idealler bu kaynaktan yararlanmak için öncelikli koşullardır. Oluşturulacak yüksek nitelikli beyin göçü ile bölgenin kaynakları katma değer yaratacak yenilikçi ürünlere dönüştürülebilir.

Teknoparklar, kuluçkalıklar, risk sermayesi ve yerel yönetimler
Kentin bilgi ve moral gücünü arkasına alabilmek için birincisi, kentin entelektüel gücünü harekete geçirebilmek, ikincisi benbilirimcilikten uzak durarak talep ve moral gücünü temsil eden kentlilerin ne düşündüğüne kulak vermek ve kendilerini ifade edebilecek katılım araçlarını oluşturabilmek.
Üniversitelerin yanı sıra sayıları giderek artan teknoloji geliştirme bölgeleri, teknoparklar, kuluçkalıklar, endüstriyel Ar-Ge merkezleri kentin yenilikçi teknoloji, ürün ve hizmet üretme kaynaklarıdır. Taşıdıkları potansiyel nedeniyle - şu anki işlevsellikleri ve verimlilikleri bir yana – bölgesel kalkınma bağlamında yerel yönetimlerin ilgi alanlarına girmelerini gerektirmektedir. Söz konusu kapasitenin yerel, toplumsal ve sosyal sorunların çözümlenmesine yenilikçi yaklaşımlar geliştirmek üzere yönlendirilmesi için yerel yönetimlerin konuyu mutlaka gündemlerine almaları ve bu kapasiteyi zorlamaları gerekmektedir. Neden yerel yönetimler de bölgesel risk sermayesi oluşturmaya öncülük etmesinler, kuluçkalıklar, iş geliştirme merkezleri oluşturmasınlar? Başarılı filiz-firmalara ortak olmasınlar? Kalkınma birimleri içinde oluşturulacak kentsel yenilikçilik birimleri bölgenin bilgi varlığını ve bilgiye dayalı dış işbirliklerini oluşturma işlevine sahip olabilirler. Burada kaçınılması gereken “benbilirimci başkanlar” ile popülist yaklaşımlardır.  Öncelikle “öğrenmekle” başlanılması ve profesyonel destekler alınarak bölge özelinde modeller geliştirilmesi ve sabırlı olunması gerekmektedir.
Değerlendirme
Belediyecilik günümüzde hiyerarşiye göre ilginçten başlayıp çılgına kadar uzanan projeciliğe dayandırılmaktadır. “Her şeyi bilen başkan ve ekibinin” projelerinin değeri ise yaratacağı ve dağıtılabilir rantla ilişkilendirilmektedir. Dört yıl erimli bakış açısı nedeniyle, kısa sürede sonuç alınabilecek projeler tercih edilmektedir. Oysaki projeden önce uygulanacak politikalar ve ilkeler gelmelidir.
Bugünkü koşullarımızı esas aldığımızda yerel yönetim dünyamızda karşılığı olmayan konular olarak görülebilecek dört yazıda yer alan başlıklara pek çoklarının eklenebileceği açıktır. Zaten bizler de “başkan” olmak değil de geleceği inşa hazırlığı içinde bilgi peşinde koşanlar için yazmaktayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder