Bilim
hasadının yapılacağı özerk ve özgür üniversiteler inşa edilmeden evrensel bilim
dünyasının asli bir üyesi olmamız olanaksızdır.
Başta siyasi baskılar olmak üzere kadro, bütçe, altyapı, sürekli arttırılan
öğrenci sayısı gibi temel sorunlarla bunalan üniversitelerimizin sayısı,
yalnızca politik nedenlerle sürekli arttırılmaktadır. Son olarak, YÖK’ün istatistiklerinde
186 olarak görünen üniversite sayısı (113’ü devlet, 73’ü vakıf), 9 Mayıs’ta TBMM
Genel Kurulu’nda, 20 yeni üniversite (16 devlet, 4 vakıf) kurulmasını öngören
yasanın kabul edilmesiyle 206 oldu. Başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere 13
üniversite bölünerek bazı bölümleri yeni kurulan üniversitelere bağlandı. Bu
süreçte ilgili üniversiteler bütünüyle devre dışıydı, muhatap alınan tek kurum
YÖK oldu. Eğitimin kalitesi, geleceğin insanını yetiştirmek, bilim yapılmasını
sağlamak, özerk üniversiteyi inşa etmek mi? Bu dönemde umut dahi edilemeyecek kavramlar
bunlar. Kitlesel bir üniversite eğitimi ancak meslek okulları anlamı
taşıyacaktır. Üniversitelerimizi bilimsel ve toplumsal işlevlerini yerine
getirecek düzeye çıkartmaya çalışmak yerine niteliksiz mesleki eğitimi garanti
eden kurumlara dönüştürmek “bilimin gerekliliğini yadsımakla eşanlamlıdır”.
Üniversite
bir kent kurumudur. Kentin ikliminde, entelektüel ortamında etkileşir, gelişir.
Dünya bilim ağı ile bütünleştiği oranda da evrenselleşir. Üniversiteliye
müşteri gözüyle bakan, bir sinema salonundan bile yoksun kasabalara üniversite
bölümlerini taşıyarak ne üniversiteler üniversite olabilir ne de kasabalar kent
kültürüne kavuşur.
“Üniversite,
yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar ve yayın yapan fakülte,
enstitü, yüksekokul ve benzeri birim ve bölümlerden oluşan, bilimsel özerkliği
ve kamu tüzelkişiliği bulunan öğretim kurumu”dur. Üniversite bilimi, bilgiyi,
kuşkuculuğu, geleceği araştırmayı, merakın peşinden gitmeyi, özgürlüğü ve
isyanı çağrıştırır. Baskıcı yönetimlerin üniversitelerle araları hiçbir dönemde
iyi olmamıştır. Ülkemizde de özellikle
darbe ve sivil baskı dönemlerinde
üniversitelerimizde yaşanan olumsuzluklar tarihinde, üniversitenin evrensel
kimliğini ve onurunu her ne pahasına olursa olsun koruyan akademisyenler onurla
yer alırken, cübbelerini iktidarların emrine verenler de olmuştur.
Üniversitelerimiz
üzerinden oynanan oyunlar karşısında suskun kalan bir özel sektörümüz var. Nitelikli
işgücü birincil sorunu değilmiş gibi adeta bindiği dalın kesilmesini tepkisiz
seyrediyor. Bir yandan üniversitelerden çok zaman ve emek gerektiren bilim ve
teknoloji geliştirmesini, diğer taraftan giderek artan sayıda öğrenciye eğitim
vermelerini isteyeceksiniz. Üstelik üzerine titremeniz gereken öğretim üyeleri
üzerinde her türlü baskı uygulanırken arkanızı döneceksiniz. Yalnızca kendi
geleceğiniz için bile sorgulamanız gereken çok yönünüz var.
Ve akademiya! Gün olur
varlığınızı korumak için direnmek en onurlu eyleminiz olabilecekken büyük
çoğunluğu derin bir sessizlik içinde. Sanmayınız ki bölünmüş üniversitelerden
türetilenler içinde sunulacak akademik bir unvan öğrencilerinizin ve meslektaşlarınızın
yüzüne onurla bakmanızı sağlayacaktır.
Bilim hasadının yapılacağı özerk ve özgür
üniversiteler inşa edilmeden evrensel bilim dünyasının asli bir üyesi olmamız
olanaksızdır. Bu
durumda üniversitenin asli sahibi akademisyenlerin geleceğin özerk ve evrensel
üniversitelerini kurmak üzere öğrencilerine karşı görevleri arasına, “ilişkilerini hep ‘aydınlanma’ ve ‘özgür düşünme/düşündürtme’ temeline
oturtmak, eleştirel düşünme ve özgür bir bireylik geliştirebilme bağlamında bir
rehberlik hizmeti üstlenmeyi” eklemeleri gerekecektir.[1]
Ahmet Cemal’in, “Prof. Dr. Zeynep Sayın olayı ve üniversite kavramı” başlıklı yazısından, Cumhuriyet, 19 Haziran 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder