3 Haziran 2018 Pazar

Ü-Nİ-VER-Sİ-TE



Bilim hasadının yapılacağı özerk ve özgür üniversiteler inşa edilmeden evrensel bilim dünyasının asli bir üyesi olmamız olanaksızdır.
Başta siyasi baskılar olmak üzere kadro, bütçe, altyapı, sürekli arttırılan öğrenci sayısı gibi temel sorunlarla bunalan üniversitelerimizin sayısı, yalnızca politik nedenlerle sürekli arttırılmaktadır. Son olarak, YÖK’ün istatistiklerinde 186 olarak görünen üniversite sayısı (113’ü devlet, 73’ü vakıf), 9 Mayıs’ta TBMM Genel Kurulu’nda, 20 yeni üniversite (16 devlet, 4 vakıf) kurulmasını öngören yasanın kabul edilmesiyle 206 oldu. Başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere 13 üniversite bölünerek bazı bölümleri yeni kurulan üniversitelere bağlandı. Bu süreçte ilgili üniversiteler bütünüyle devre dışıydı, muhatap alınan tek kurum YÖK oldu. Eğitimin kalitesi, geleceğin insanını yetiştirmek, bilim yapılmasını sağlamak, özerk üniversiteyi inşa etmek mi? Bu dönemde umut dahi edilemeyecek kavramlar bunlar. Kitlesel bir üniversite eğitimi ancak meslek okulları anlamı taşıyacaktır. Üniversitelerimizi bilimsel ve toplumsal işlevlerini yerine getirecek düzeye çıkartmaya çalışmak yerine niteliksiz mesleki eğitimi garanti eden kurumlara dönüştürmek “bilimin gerekliliğini yadsımakla eşanlamlıdır”.
Üniversite bir kent kurumudur. Kentin ikliminde, entelektüel ortamında etkileşir, gelişir. Dünya bilim ağı ile bütünleştiği oranda da evrenselleşir. Üniversiteliye müşteri gözüyle bakan, bir sinema salonundan bile yoksun kasabalara üniversite bölümlerini taşıyarak ne üniversiteler üniversite olabilir ne de kasabalar kent kültürüne kavuşur.
“Üniversite, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri birim ve bölümlerden oluşan, bilimsel özerkliği ve kamu tüzelkişiliği bulunan öğretim kurumu”dur. Üniversite bilimi, bilgiyi, kuşkuculuğu, geleceği araştırmayı, merakın peşinden gitmeyi, özgürlüğü ve isyanı çağrıştırır. Baskıcı yönetimlerin üniversitelerle araları hiçbir dönemde iyi olmamıştır.  Ülkemizde de özellikle darbe ve sivil baskı dönemlerinde üniversitelerimizde yaşanan olumsuzluklar tarihinde, üniversitenin evrensel kimliğini ve onurunu her ne pahasına olursa olsun koruyan akademisyenler onurla yer alırken, cübbelerini iktidarların emrine verenler de olmuştur.
Üniversitelerimiz üzerinden oynanan oyunlar karşısında suskun kalan bir özel sektörümüz var. Nitelikli işgücü birincil sorunu değilmiş gibi adeta bindiği dalın kesilmesini tepkisiz seyrediyor. Bir yandan üniversitelerden çok zaman ve emek gerektiren bilim ve teknoloji geliştirmesini, diğer taraftan giderek artan sayıda öğrenciye eğitim vermelerini isteyeceksiniz. Üstelik üzerine titremeniz gereken öğretim üyeleri üzerinde her türlü baskı uygulanırken arkanızı döneceksiniz. Yalnızca kendi geleceğiniz için bile sorgulamanız gereken çok yönünüz var.
Ve akademiya! Gün olur varlığınızı korumak için direnmek en onurlu eyleminiz olabilecekken büyük çoğunluğu derin bir sessizlik içinde. Sanmayınız ki bölünmüş üniversitelerden türetilenler içinde sunulacak akademik bir unvan öğrencilerinizin ve meslektaşlarınızın yüzüne onurla bakmanızı sağlayacaktır.
Bilim hasadının yapılacağı özerk ve özgür üniversiteler inşa edilmeden evrensel bilim dünyasının asli bir üyesi olmamız olanaksızdır. Bu durumda üniversitenin asli sahibi akademisyenlerin geleceğin özerk ve evrensel üniversitelerini kurmak üzere öğrencilerine karşı görevleri arasına, “ilişkilerini hep ‘aydınlanma’ ve ‘özgür düşünme/düşündürtme’ temeline oturtmak, eleştirel düşünme ve özgür bir bireylik geliştirebilme bağlamında bir rehberlik hizmeti üstlenmeyi” eklemeleri gerekecektir.[1]






























  1.   Ahmet Cemal’in, “Prof. Dr. Zeynep Sayın olayı ve üniversite kavramı” başlıklı yazısından, Cumhuriyet, 19 Haziran 2017


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder