BT/Y alanının çok kötü yönetildiği açık!
1990 yılından bu yana
Türkiye BT/Y alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu 25 yılın son 13 yılı
bugünkü iktidar dönemidir. Teşvik mekanizmaları, teknoloji geliştirme
bölgeleri, teknoparklar kuruldu, sayısız teşvik araçları ve programları
oluşturuldu. Teknoparklarda yüzlerce firmada yüzlerce doktoralı eleman
çalışıyor. 25 yıl az bir süre değil, artık nerede bunların meyvesi demenin
zamanıdır sanırım. Ancak dış satımda yüksek katma değerli ürünlerimizin oranı
bir türlü artmıyor. Dünya firmalarımız oluşmuyor. Oysaki bize Ar-Ge ve yeniliği
desteklerseniz sonucunda refahı yakalarsınız denilmişti düz bir mantıkla.
Yeni girişimcilerin
önemli bir bölümünün “ölüm vadisinde” yok olacağını bile bile yüzlerce
doktoralımızı, mühendisimizi girişimci yapıp mikro firmalarda teknoparklarda
yer verdik. Bir başka bakışla bunları “büyük ekonomi” dışında tutmuş olmuyor
muyuz? Bunlar kapitalist işleyişin doğal
sonuçlarıdır denilebilir. Ancak bu sonucun kabul edilmesi aklımızı
kullanmadığımız, bütünsel ve etkileşimli bir sistem kuramadığımız,
hedeflerimizin olmadığı anlamına gelebilir.
Beklenen yararların
sağlanabilmesi için çok güçlü bir öngörüye ve bütünleşik bir sisteme gereksinim
olmasın? Bu sistemde uluslararası değer zincirinde katma değerli faaliyetlerle
yer almayı hedeflemiş bir ülke sanayisinin de olması gerekmez mi? Oysaki
varılan noktada 100 birimlik dış satış için yaklaşık 60 birimlik dış alım yapan
bir sanayimiz var! Bu oranın düşürülmesinde yüksek teşvikler altında korunaklı
ortamlarda yenilikler beklediğimiz firmalarımızın hiç mi olumlu katkısı
olmamıştır?
Sistemin tamamı
”çıkar çatışmalı” bir ortamda beslenmeye çalışılmaktadır. Büyük kentlerdeki
üniversite arazileri üzerinde kurulan teknoparklarda m²’si 15-25 $ arası
kiralarla “yenilikçi” firmalarımıza yer kiralanmaktadır. Bu üniversitelerden
birisinde 100.000 m² büro alanının m²’sinin 18 $’dan kiralandığını ve aylık
kira gelirinin 1.800.000 $ olduğunu
düşünürsek soru sormaya ve beklentilerimizi yüksek tutmaya hakkımız
olduğunu savunabiliriz. Elbette hepsi için bu rakamları ve boyutu söz konusu
edemeyiz. Ancak bu boyutta gelirleri yönetmek için vakıfların derneklerin
kurulduğunu da söylemek zorundayız. Üniversiteleri kaynak kısmakla terbiye eden
hükümetin bu davranışı karşısında para kazanan teknoparklar üniversitenin önüne
çıkmaktadır. Burada bir terslik olsa gerek.
Üniversite
duvarlarından teknoloji taşmaktaymış gibi yüksek bir TÜBİTAK hibe teşviki ile kurulan
Teknoloji Transfer Ofislerine şimdilerde Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nde
kurulanlar da eklenecek. Akademisyenlerimizin bilimsel çalışmalarının
fikri mülkiyete bir başka deyişle ticarete konu edilmesine çalışılmaktadır. Bir
yanda henüz üniversite olmanın evrensel ölçütlerini oluşturmaktan uzak (niyeti
olmayan) üniversite ve ülke yönetimleri diğer yanda piyasa ekonomilerinin en uç
uygulamaları!
Yukarıda sözü geçen
kurumlara, araçlara bir itirazımın olamayacağı açıktır. Bu alanda çok içten
gayrette olanların çabalarına duyduğum saygı da bu yazıyı yazmamın bir başka
nedenidir. Ancak bir şeylerin ters gittiği, kaynakların kötü harcandığı,
tercihlerin yanlış yapıldığı, beklenen çıktıların oluşmadığı, sonuçta da BT/Y
alanının çok kötü yönetildiği açık. Sorulacak
çok soru, tartışılması gereken çok konu var. Bunun sağlıklı yapılabilmesi için
öncelikle bu sistemin içinde yer alan bütün kurumların izleme-ölçme-değerlendirme
mekanizmalarının şeffaf ve hesap verebilir yapıda olmaları gerekmektedir. Ancak
o durumda somut veriler üzerinden ölçerek konuşabilir ve değerlendirme
yapabiliriz.
Derginin hoşluklarla
dolu önceki sayfalarından sonra tartışma açmayı amaçlayan bu yazı ne kadar ilgi
çeker bilmem ama konunun taraflarının söyleyecekleri olmalı.
Konunun tarafları
çok, herkesin yanıtı olmalı.
Not: Bu yazı “herkese bilim teknoloji” Dergisi, 22
Temmuz 2016, Sayı: 17’de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder