İşler göründüğü gibi değil…
Araştırmalar,
1990’lardan itibaren komplo teorilerine ilgideki ve son on yılda da bu konuda
yayın ve çalışmalardaki artışa işaret etmektedir. İnsanlığın, yarattığı büyük
problemler karşısındaki çaresizliği komplo teorilerine açık bir ortam
yaratmaktadır. Artan akademik çalışmalara karşın konu ile ilgilenen farklı
disiplinler (tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji vd.) ortak bir tanımda
birleşememektedirler. Bu arada kavram, doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın
siyasi alanda sıklıkla kötüye kullanılmaktadır. Avrupa Komisyonu, bu tür
teorileri “Belirli olayların veya durumların, olumsuz niyetle nüfuzlu güçler
tarafından perde arkasında gizlice manipüle edildiği inancı.”[1]
olarak tanımlamaktadır.
Kavram
bugünkü anlamında II. Dünya Savaşı'ndan sonra bilim felsefecisi Karl Popper
tarafından kullanılmış ve 1960'lardan beri günlük söylemde daha fazla yer
almıştır. Komplo teorisi terimini tanımlamanın zorluğu, “yaşam ve edebiyat,
gerçek ve kurgu, bilim ve sahte bilim” arasındaki gri alanlardan besleniyor
olmasıdır. Bu teoriler genellikle gerçekleri, tarihsel olayları veya anlatıları
abartılı, yanıltıcı bir şekilde ihtiyaçlara göre çarpıtmaya dayanmaktadır.
Komplo
teorisinin en “bilimsel”, en kafa karıştırıcı örnekleri ile Covit-19 yaygın
salgını sırasında karşılaştık. Bilişim teknolojilerinin kullanılması bu teorileri
daha görünür ve kolay ulaşılabilir kıldı ve yayılımlarını hızlandırdı. Bazıları
zararsız eğlence veya demokratik tartışmanın bir parçası olarak kabul
edilebilirse de birçok durumda komplo teorileri, toplum üzerinde olumsuz bir
etkiye sahip olan “radikal davranışlar, ırkçı görüşler, otoriter tutumlar ve
aşırılıkçı ideolojilerle” ilişkilendirilebilir ve şiddete yol açabilirler. Komplo
teorilerinin politikanın etkin bir aracı olarak kullanılmasının yaygınlaşması
tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır. Toplumun sorunlarına ve endişelerine
yanıt veremeyen yönetimler hem kendileri komplo teorilerini yaratabilir hem de
diğerleri için zemin oluşturabilirler.
Gerçek
kanıt ve belgelere dayanmasa da yayılmaya devam eden komplo teorilerinin kabul
görmesinde, ilgili değişkenlerin önemli bir kısmını görmezden gelerek konuyu
basitleştirmesi, kaosu ve rastlantıları model dışı bırakmaları neden olabilir.
Kişisel, toplumsal ve politik aidiyetleri öne çıkartmalarının yanı sıra
“başkalarının bilmediklerini bilmek” gibi psikolojik bir boyutu da vardır.
Komplo
teorileri ile gerçek komplolar arasındaki fark nedir? Komplo teorileri
genellikle tarihten hareketle çok büyük dinsel, ırksal grupları hedefleyen,
tekil olay veya olguları genelleyerek süper komplolara bağlayan ve her şeyin
komplocuların planına uygun gittiğini iddia eden bir özelik taşır. Oysa ki “gerçek
komplolar”, tanımlı sayıda komplocunun, tanımlı bir hedef için bir kurguyu
gerçeğe en yakın biçimde yaşama geçirmeleridir. Gerçek komploların
öngörülemeyen sonuçları olabilir. Çok yakın tarihimiz bunun acı örnekleriyle
doludur.
Komplo
teorilerinin yayılmasını önlemede en etkili olanı yaymamak veya kendi ağımızı
kanıtlarıyla uyarmaktır. Önyargılardan arınmak, sorgulayıcı olmak, sağlıklı
şüpheciliğe, kanıta ve tutarlılığa değer veren bilimsel düşünce sistematiğini
benimsemek komplo teorilerine karşı koruyucu olabilir. Ancak komplolara karşı
mücadele etmenin demokrasiyi geliştirmekle, bilgiye erişimi kolaylaştırarak,
özgür basınla, özgür ve özerk üniversiteyle, örgütlü toplumla ve çağdaş bir
eğitimle olanaklı olacağını bilmek gerekiyor.
Neden
böyle bir yazıya gerek duyuldu? Önümüzde çok önemli bir seçim bizleri bekliyor.
Yaklaşık çeyrek yüz yıllık pratiğimiz başta medya olma üzere sanal iletişim
kanallarının bizleri kurgularla nasıl etkilemeye çalıştığının, yaşamların nasıl
alt üst edildiğinin örnekleriyle dolu. Aklımızı başkalarına emanet etmemek ve
vatandaşlık sorumluluğumuzu en üst düzeye çıkartmamız etkili bir önlem
olabilir.
[1] European Commission, What are conspiracy theories? Why do they flourish?