7 Aralık 2020 Pazartesi

WIPO-Küresel Yenilik Endeksi 2019’un söyledikleri - I

Yaklaşık 130 ülkeyi serbest pazar mekanizmaları içinde değerlendiren WIPO-Küresel Yenilik Endeksi Cornell ve INSEAD Üniversiteleri ve WIPO tarafından hazırlanmaktadır.  

 

Bir dönem farklı uluslararası endeksleri izleyerek ülkemizin durumuyla ilgili yazılar yazar, yorumlamaya çalışırdım. Ancak son yıllarda hemen bütün insani ve teknolojik gelişme endekslerinde iyice açığa çıktı ki, yönetilemezlik modeli ve yönetim yeteneği yoksunluğu ile hangi endekse bakarsak bakalım ülkemiz adına yalnızca karamsarlığa düşüren kötüleşmeler söz konusudur. Bu durumda sıralamadaki yerimizden önemli olmak üzere ilgili raporlardaki yorumlara, çıkarsamalara bakmak ve yorumlamaya çalışmak daha anlamlı görünüyor.

WİPO-Küresel Yenilik Endeksi her yıl Cornell ve INSEAD Üniversiteleri ve WIPO tarafından hazırlanmaktadır. Yaklaşık 130 ülkeyi değerlendiren ve kıyaslayan raporlar kendi içinde tutarlı değişkenleri ve varsayımları esas alan bir modele dayandırılmaktadır.  Ancak belirtmek gerekir ki model, Bilim-Teknoloji-Yenilik ilişkisini,  kamu-özel-üniversite sarmalını (üçlü sarmal) kullanarak serbest pazar mekanizmaları içinde ele almaktadır. 13. Rapor (2020) “İnovasyonun Finansmanı” ana teması ile yakınlarda yayınlandı. Bu yazıda güncelliği nedeniyle ana teması “Sağlıklı Yaşamlar Yaratmak - Tıbbi Yenilikçiliğin Geleceği” olan 2019 Raporu değerlendirilmeye çalışılacaktır. 

16 Kasım 2020 Pazartesi

Sağlık sistemlerinin Corona-19’la sınavı

 Sağlık politikalarının da  verimlilik-rekabet-maliyet üçgeni içinde tasarımlanmasıyla, sağlık alanındaki yeniliklerin maliyeti vatandaşa yüklendi


Son iki yüzyılda aşılardan ilaçlara, medikal cihazlardan tedavi yöntemlerine kadar yaşanan gelişmeler insanoğlunun ortalama yaşam süresini uzatırken yaşam kalitesini de arttırdı. Bu olumlu sonuçlarda medikal yeniliklerin de önemli bir payı oldu.

Son birkaç on yılda kök hücre araştırmaları, gen bilimi,  biyoteknoloji, optik, fizik, kimya, bilişim, yapay zeka, büyük veri vb. alanlarındaki gelişmelerin de desteği ile medikal yenilikçilik alanında yaşanan önemli gelişmeler tanı ve tedavide parlak sonuçlar alınmasını sağlamakta iken birden karşımıza Corona-19 çıkıverdi. Medikal yenilikçiliğin en parlak örneklerinin görüldüğü ülkelerde bile hâlâ görünür gelecek için bir umut olduğunu söylemek zor. Peki, neden böyle oldu? Sağlık dünyasındaki bu parlak gelişmelere karşın nerede hata yapılmıştı ki düşmanımız bir virüs olsa da sağlık sistemlerimiz çökme noktasına geldi?

31 Ağustos 2020 Pazartesi

Hiroşima’nın barışı fısıldayan Ginkgo ağaçları

 



Barışı savaşmama hali olarak tanımlamak eksik kalır.

Savaşların sonrasında erişilen “barışta”,  güçlü olanın (haklı olanın anlamında değil) kazandığı şan, şeref, mal-mülk ne varsa tarih olarak yazılır da, kaybedenlerin yani halkın acıları, kaybettikleri söz konusu bile edilmez. Böylesi bir savaş-barış diyalektiği gerçekte bir sonraki savaşı ya da barışı taşır içinde. Günümüze kadar yansıyan sonuçlarına bakıldığında bunun somut örnekleri I. ve II. Dünya Savaşlarıdır.

1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgali ile başladığı kabul edilen II. Dünya Savaşı, 75 yıl önce ABD’nin Hiroşima’ya (6 Ağustos 1945) ve Nagazaki‘ye (9 Ağustos 1945) attığı iki atom bombasının yok ettiği 200 bine yakın insanla zirveye ulaşan dehşetle son buldu. Sonrasında          1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanılır oldu. Barışın en genel anlamıyla bireysel/kurumsal her alan ve ilişkide şiddetin olmaması olarak tanımlanması yerine, savaşmama hali olarak tanımlandığı sürece insanlık güvende olmayacaktır.

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Ar-Ge Yardımlarının 25. Yılı

 TÜBİTAK  - TİDEB[1]: Ulusal yenilik sistemimizin önemli bir bileşeni

 

Türkiye Sanayisinde Araştırma-Geliştirme faaliyetlerinin artmasını hedefleyen Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu'nun 95/2 sayılı AR-GE Yardımına İlişkin Karar'ına dayanılarak, 3 Haziran 1995 tarihli TÜBİTAK Bilim Kurulu Kararı ile Teknoloji İzleme ve Değerlendirme Başkanlığı’nın -TİDEB kurulması, ülkemizde sanayi Ar-Ge Teşviklerinin başlangıç tarihi olarak alınabilir. Üzerinden tam 25 yıl geçmiş. Çok kısa bir değerlendirme ile anılmayı hak ediyor sanırım.

Cumhuriyeti kuran kadroların bağımsızlık ideallerinin bir karşılığı olan “geleceği inşa etme mecburiyeti”  hep sanayileşme kavramı etrafında oluşturulmuştur. İnişli çıkışlı bir çizgi izlese de “sanayileşme” iddiası Türkiye’nin gündeminde her zaman olmuştur.

1990’lara kadar, sanayi açısından Ar-Ge’nin erişilmez, inovasyonun kavram olarak bilinmez olduğu zamanlardır. Ar-Ge üniversitenin konusuydu, pahalı bir işti ve yepyeni keşifler anlamına gelmekteydi. İnovasyon (yenilik) ise henüz telaffuz edilmiyordu. Bu dönemde ülkemizin sanayileşmesi gerektiğini ısrarla savunanların bir kesimi ve dış dünyayı izleyen teknokrat ve bürokrat çevreler de rekabetin bir gereği olarak sanayileşmenin tek başına yeterli olamayacağını görerek, dünyada da yeni konuşulmaya başlanan yenilikçilik, yeni ürün geliştirme, öngörüye dayalı sanayileşme vb. yeni kavramları öğrenmeye ve tartışmaya başladılar.

24 Temmuz 2020 Cuma

Bilimin Özgür Ruhu



Covit-19 salgını süresince 65+ kontenjanından evine hapsedilen birisi olarak, okumayı adeta bir karşı eylem biçimi olarak kullandım. Bu yazımda bunlardan Cesur Dâhiler’den[1] söz etmek istiyorum. Kitabın kahramanları, 1965 Nobel Tıp Ödülü'nü François Jacob ve André Lwoff ile paylaşan Jacques Monod (1910 -1976) ve 20. YY’ın en güçlü yazarlarından, 1957 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Albert Camus (1913 – 1960). Monod, bakteri genetiği alanındaki parlak çalışmalarına Alman Faşizmi’nin Fransa’yı işgal etmesiyle birlikte son vererek Fransız Komünist Partisi saflarında Direniş örgütüne katılmakta tereddüt etmedi. Monod’nun, Camus’yla yaşamı boyunca düşünce ve eylemde gerçek dostlar olarak kalmalarını sağlayan en önemli ortak yanları, beyin ve ruhlarını hiçbir gücün, ideolojinin, iradenin sultasına vermeden ilerici mücadelenin içinde yer almaları oldu.

7 Temmuz 2020 Salı

Teknoloji Transfer Ofisleri Üzerine Yorum Deneme - III



           III.      TTO’lar; Sorunlar ve Öneriler

Yaşanmakta olan can yakıcı değil can alıcı salgın günlerinde, TTOPatentGirişimci doğrusal formülünün ana doğru olarak alınması sorgulanması gereken bir yaklaşımdır. Dilbilimci ve aktivist yazar Noam Chomsky, “Salgın Sonrası Dünya” söyleşisinde[1] “Koronavirüsün belki de iyi yanı, nasıl bir dünya istediğimiz konusunda insanları düşünmeye teşvik edecek olmasıdır” diyor. Eğer salgından sonra eskisinin yerine konulacak bir “yeni dünya düzeninden” bahsediyorsak bugüne kadar üzerinde fikir birliğine varılamamış evrensel vizyonda, -dünya maneviyatının- en önemli maddesini merkeze koymaktan başka çare yok. Neredeyse yitirdiğimiz “insan onuru”.


Kanımca, dünyamızı korumanın ve insanları ve bütün canlıları bir bütün olarak merkeze koyan bir geleceğin inşasına destek olacak her türlü yenilikçi fikrin “ürüne” dönüştürülmesinin desteklenmesinin öncellenmesi TTO’lar için de bir ilke olabilir. Rüyalar ülkesi İsveç’te bakımevlerindeki yaşlıların üçte ikisinin basit oksijen verecek aygıtların olmaması nedeniyle ölmesi gerçeği ve ülkemiz özelinde, başarı olarak sunulan salgınla mücadelenin kahramanlarının bu başarıyı son yarım yüzyıldır sürekli hırpalanmalarına karşın eskiden kalan sağlık altyapısı ve deneyimleri üzerinden verdiği gerçeği, TTO’lar dahil bütün kaynaklarımızı geleceğin “yeni dünyasını” nasıl kurmak istiyorsak ona göre şekillendirilmesi gerektiği noktasına getiriyor bizi. Bu gerçekler karşısında piyasa app’leri ile oyalanmaya kimsenin hakkı olmasa gerek.
TTO’ların bugünkü durumları ve sorunlarından hareketle iyileştirme amaçlı bazı önerileri on başlık altında değerlendirme ve tartışmaya açmaya çalışalım.

26 Haziran 2020 Cuma

Teknoloji Transfer Ofisleri Üzerine Yorum Deneme - II



 II.            Teknoloji Transfer Ofisleri: Üniversitelerin altın yumurta yumurtlayan kazları (?) 


Kurulum, işletim ve yönetimleri açısından üniversite TTO’larının varlıkları bütünüyle “rektör hocanın” iki dudağı arasında dersek abartma sayılmamalıdır. Genel bir değerlendirme ile üniversite üst yönetimlerinin bir bölümü TTO’lara “altın yumurta yumurtlayan kaz” beklentisi ile bakmaktadırlar (teknoparklara baktıkları gibi). Oldukça büyük bir grubun ise konudan bihaber olduğu söylenebilir. Her iki durumun içerdiği olumsuzluklar nedeniyle TTO’ların yönetim biçimlerinin, üniversitelerle ilişkileri korunmakla birlikte daha ticari yapılara dönüştürülebilecek esnekliğe kavuşturulmaları tartışılmalıdır.
TTO’ların yakıtı; bilgi
TTO’ların başarımında ana ölçütün teknoloji ve/veya ürüne dönüştürülen üniversitelerin nitelikli bilgi üretiminin “ticarileştirmesi” oranı olduğunu varsayımından hareketle uluslararası düzeyde genel kabul ve saygınlık gören bazı kaynakları kullanarak ülkemizdeki dürümle ilgili yorumda bulunulmaya çalışalım. Bunlardan Nature Endeksi[1] en iyi değil ama en iyi bilim yapılan üniversiteleri ve bilim kurumlarını sıralıyor. 
İlk onda Harvard (925,15), Stanford (646,44) ve MIT (560,07) üniversiteleri ilk üç sırayı alıyor. Çin’den dört üniversite, Birleşik Krallık’tan Oxford ve Cambridge ve Japonya’dan Tokyo Üniversitesi. 130’u devlet ve 73’ü vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 203 üniversitesi bulunan Türkiye’den ilk 500 içinde tek bir üniversitesi yok! Söz konusu endekse göre ilk on üniversitemizin başarı çizelgesi!
 Tablo 1  Nature Endeksi’ne göre ilk on üniversitemizin başarımı
Üniversite (1 Mart 2019 - 29 Şubat 2020)
Yayın Sayısı
Ortak Yayın
1.
26
12.89
2.
12.62
3.
22
5.18
4.
130
4.85
5.
3.08
6.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
2.82
7.
Gebze Teknik Üniversitesi
8
2.50
8.
8
1.93
9.
1.56
10.
1.56
Türkiye 374 yayınla 50 ülke içinde 39. Sırada (2020).  Artan üniversite ve makale sayısına karşın “paylaşım” oranının önemli düzeyde düşmesi (%14,5) uluslararası bilim dünyasından uzaklaşılması ve içe kapanılması olarak değerlendirilebilir.

19 Haziran 2020 Cuma

Teknoloji Transfer Ofisleri Üzerine Yorum Deneme


I.    Teknoloji Transfer Ofisleri, Bilgi ve Kalkınma


Üniversitelerin bilgi üretmek ve eğitim temel işlevlerinin doğrudan veya dolaylı olarak ülkelerin toplumsal kalkınmasına etki etmesi beklenir. 1980’ler sonrasında artan küreselleşme baskısı ile büyüme ve rekabet gücü kazandırmanın öne çıkması ve bilginin üretimin temel girdileri içindeki yerinin giderek artması üniversitelerden beklentileri de değiştirdi. Artık bilginin doğrudan ve daha hızlı üretime dönüştürülmesi baskısı altına giren üniversiteler kendilerinde olmayan bu yetkinlik için araçlara gerek duymaya başladılar. ABD’de üniversitelerden teknoloji transferinin lisanslama ile öncelik kazandığı ilk uygulamalar (1980’ler), zamanla Teknoloji Lisanslama Ofisleri olarak kurumsallaştı.  Daha sonra Teknoloji Transfer Ofislerine – TTO dönüşen bu yapılar günümüzde Bilgi Transfer Ofislerine evrilmektedirler. Güçlükte bu noktada doğmaktadır. Bilginin kavram olarak soyutluğunun yanı sıra, TTO’lardan beklenen “arz ve talep arasındaki asimetrik enformasyon ve bilgi kombinasyonunun giderilmesinde nasıl rol almaları gerektiği” yeniden tartışılmaktadır.

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Sizin Yossi Vardi’leriniz var mı?



 Ülkemizde risk sermayedarlarının (kurumsal yatırım ve melek yatırım) sayı, nitelik, deneyim ve sermayeleri düşüktür.

Köşedaşım Ali Akurgal’ın Bilim Teknoloji Politikaları başlıklı yazısına (HBT 206), bu konuda geçmişte yapılanlardan söz ederek katkıda bulunmaya çalışmıştım (HBT 207). Akurgal konuya devam ederek, sanayimizin ilgi göstermediği kendi mühendislik çalışmalarından iki örnek verdiği HBT 210. sayısındaki yazısını “Bakalım sevgili Müfit bey, bu vurdumduymazlıklar için ne diyecek?“ diyerek bitirmekteydi. Örneklenen buluşlardan yenilikçi otomobil tekerleği radikal bir yenilikti. Ancak kendisinin çok emin olduğu gibi “bizim 5 babayiğit” bu buluşa ilgisiz kaldılar. Buradan hareketle konuyu başka noktalara taşımaya çalışacağım.
Otomotiv gibi yüz yılı aşkın süredir fosil yakıtın (içten patlamalı motor da denilebilir) şekillendirdiği bir sanayinin radikal buluşları doğrudan kabul etme olasılığı oldukça düşüktür. Hele dünya otomotiv pazarında belirleyici oyuncu olmayan ve arkadan iteklenerek ortaya çıkanların hiç cesaret edebilecekleri bir şey değildir. Eskiden, “bileşik kaplar kuralı” deyimini çok kullanırdık. Buna göre en tehlikeli noktada yani vasatta dengelenmiş (?) bir sistemimiz var. Ayrıca kâr güdüsüyle çalışan sermaye, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı kurmayı özendiren ekonomi siyasalarına uygun davranmaktadır.
Sorunun muhatapları çok yönlü; başta “yerli ve milliciler” olmak üzere, Sanayi Bakanlığı, TÜSİAD, MÜSİAD vs. yanıt verebilmeleri için bilim-teknoloji-sanayi siyasalarını, “Politika – Strateji – Eylem Planı – Ölçme değerlendirme” dizgesi içinde ele aldıklarını göstermeleri gerekir. Konu “yerli ve milli” hamasi söyleminden kurtularak, epeyce işlenmiş olan kamu alım politikalarından küresel değer zincirinde neye ve nereye aday olunduğuna kadar uzanıyor.
Sizin Yossi Vardi’leriniz var mı?

5 Mayıs 2020 Salı

Kriz, Sağlık Sistemi ve Taleplerimiz



 Krize “ithalata dayalı sağlık tedarik sistemi” ile yakalanmak talihsizlik değil öngörüsüzlüktür!


İnsanlığın yalnızca bilimden medet umar hale geldiği günleri yaşıyoruz. Hepimiz hemen geliştiriliverecek bir ilacı ve aşıyı dört gözle bekliyoruz. Oysa ki, özellikle sağlık sektöründe değil bir ilaç veya aşının, tıbbi bir ekipmanın geliştirilmesi bile zaman alıcı bir süreçtir. Son günlerde ülkemizin tıbbi ekipman sektörünün varlığını, yeteneklerini ve kapasitesini gösteren örneklerin ortaya çıkması sevindirici ise de günümüzün tıp, biyoteknoloji, kimya, elektronik, yazılım ve bilişim arakesitinde geliştirilen karmaşık sağlık ekipmanları düşünüldüğünde bunun hemen bugünden yarına olamayacağı açıktır.
Tıbbi cihazlarda %85 oranında dışa bağımlı olan ülkemizde gelişmekte olan bir tıbbi ekipman sektörü olduğu görülmektedir. Hâlâ en büyük alıcının kamu olduğu sektörde pazarın eğilimlerinin kamu politikalarıyla doğrudan ilişkili olması doğaldır. Ancak ülkemizde, Sağlık Bakanlığı ile yerli tıbbi ekipman üreticileri tedarik ilişkisinin öteden beri sorunlu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle böylesi zorlu bir sağlık krizine “ithalata dayalı sağlık tedarik sistemi” ile yakalanmak talihsizlik değil öngörüsüzlük olarak değerlendirilmelidir. 

19 Nisan 2020 Pazar

Yeniden kuracağız!



Her karanlık dönem içinde, bu karanlıktan çıkmak için akıl yürüten ve eyleme geçen insanları da barındırır.


Orduların yalnızca cenaze kaldırmaya yaradığı günlerden geçiyoruz. İtalya’daki görüntüler İsmail Kadare’nin Ölü Ordunun Generali romanındaki sahneleri çağrıştırıyor.  İnsanlık çevre, iklim değişikliği vb. bir noktadan darbe beklerken ‘görünmez’ bir varlık yaşamlarımızı altüst ediverdi. Dünyaya düzen veren güçlerin çaresizliği dökülüverdi ortalığa. Şimdi ne güçlü orduları, ne dehşet silahları ne de dünyaya nizam vermek için kullandıkları beyinleri işe yarıyor.

3 Nisan 2020 Cuma

HIFZISSIHHA 93 yaşında



Aşı, en ucuz sağlıklı kalma yöntemi!
Çocukluk yıllarımda Ankara Yenişehir’de İncesu deresinin iki yakasına kurulan pazar yerine annemle gittiğimde, yüksek duvarların arkasında geniş bir alana yayılmış gri renkli, çatısı kırmızı kiremitli kocaman binalar dikkatimi çekerdi. Bir de arka tarafında gördüğüm atlar. Sonradan bu atların serum üretimi için kullanıldığını ve bu binalar kompleksinin Hıfzıssıhha olduğunu öğrendim.


1965 yılına kadar Ankara’nın şimdilerde Hacettepe Üniversite’sinin olduğu yerde, eski ve yeni Ankara’nın sınırı sayılabilecek Hacettepe semtinde büyüdüm. Demiryolunun alt tarafı Sıhhiye semtiydi. O zamanlar bu semtin adının, modern Türkiye’nin halk sağlığı altyapısının temellerini atan Dr. Refik Saydam (1919’da Atatürk Samsun’a çıkarken O’nun ekibinde sağlık başkan yardımcısı olarak yer almıştır) tarafından Tıp Fakültesi, Hıfzıssıhha, Numune Hastanesi ve Sağlık Bakanlığı’nın coğrafî olarak birbirine yakın olması ve bu bölgenin Sıhhiye kampüsü olarak oluşturulmasından aldığını bilmiyordum.  Sonraki yıllarda bölgeye eklenen Yüksek İhtisas Hastanesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ile tam bir sağlık bölgesi olmuştu. Bugün ise şehir hastanesi uğruna Numune Hastanesi kapatılmış, Hıfzıssıhha ise 2011 yılında kapatılarak atıl duruma getirilmiştir.
Üniversite yıllarımda ise sanırım 1973’te saygı ve minnetle andığım Ergonomi dersi hocamız Dr. Necmettin Erkan’ın Ergonomi dersimizde İş Sağlığı ve İş Güvenliği Laboratuvarı için bizleri Hıfzıssıhha’ya götürmesi ile ilk kez kapısından girdim. 

9 Şubat 2020 Pazar

Bilimin bütünselliği

Kozmosun sonsuzluğundan parçacık fiziğine her alanda bilimsel araştırmaların ve teknolojik gelişmelerle onların ürünleri karşısında hayranlık duyan insanoğlu, çoğunluğunu kendisinin yarattığı sorunların çözümünü de kendisi dışında buralarda aramaktadır. Yani bir anlamda teknolojinin bütün sorunları çözeceği gibi bir yanılsama içindedir.
Oysa ki bilim, fen bilimleri ve sosyal bilimlerin bütünselliğinden oluşmaktadır. İnsanlığın yüz yüze kaldığı büyüyen sorunların çözümleri toplumsal boyutları nedeniyle yalnızca fen bilimlerinin (fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji, vb.) ilgi alanıyla sınırlanamayacak kadar karmaşık yapıda olup, mutlaka sosyal bilimlerle (psikoloji, sosyoloji, antropoloji, tarih, politika vb.) birlikte ele alınmalarını gerektirmektedir. Sosyal bilimlerde öznenin canlılar olması nedeniyle deney tasarımı yapmanın güçlüğü bir zayıflık olarak görülerek fen bilimlerince uzun süre “küçümsense” de günümüzde artan sayıda disiplinler arası çalışma (nöro-psikoloji, deneysel psikoloji, psikobiyoloji, toplumsal biliş ve duygu, davranışsal genbilim vb.) bu önyargıyı ortadan kaldırmaktadır.

25 Ocak 2020 Cumartesi

Solucanlar ve Kanal İstanbul


“Benim sadık yârim kara topraktır.” Âşık Veysel

Ayağımızın altında sessizce yatmakta olan toprağa kulak verebilsek, derinlerine inerek neler olup bittiğine bakabilsek “dünyanın derisine” basıyormuşçasına çok daha dikkatli olacağımız müthiş bir dünya ile karşılaşırız. Örümcekler, ağaç bitleri, çıyanlar, salyangozlar, böcek larvaları, kırkayaklar, solucanlar, çeşitli böcekler, keneler, mantarlar, algler ve milyarca bakteri yaşamakta bu ortamda. Bitkilerin ihtiyaç duyduğu karbon, azot, fosfor, kükürt, demir, magnezyum gibi elementler, mikroorganizmaların yaptığı çeşitli ayrıştırma ve sentez süreçleri sonucunda bitkilere faydalı hâle geliyor, humusa aktarılıyor. Daha doğrusu, bu küçük varlıklar/mikroorganizmalar olmadan toprak işlevlerini yerine getiremiyor.[1]
Yaklaşık dört milyar yıl önce tek hücreli bir bakteri türü -siyanobakteriler- atmosferi oksitlemeye başladı, 500 milyon yıl kadar önce de atmosferdeki oksijenin artmasıyla bazı canlılar için oluşan yaşanabilir ortamda (henüz oksijen oranı %21’e erişmeden önce) dünyamızda solucanlar da vardı. Üç milyon yıl önceki geçmişe ait 20 fosil insan türünden günümüze yalnızca biz Homo Sapiens’ler kaldık. Modern insan sadece 200 bin yaşında. Oysa ki, şu anda var olan canlıların (ayrım eksik ve yanlış olsa da hayvanlar, bitkiler, mikroplar) hemen hepsi biz yokken de bu dünyadaydılar.